Futbol bazen yalnızca çimlerin üzerinde oynanmaz. Bazen karar odalarında, bazen kulüp koridorlarında, bazen de bir başkanın tereddütlerinde oynanır. Zagreb akşamı, Fenerbahçe’nin sahadaki 11’i kadar, kulübün zihnindeki kargaşanın da röntgeniydi.
Domenico Tedesco, daha dün Samandıra’ya valizini bırakmış, soyunma odasının kokusuna alışmamış bir yabancı. Elinde çılgın bir reçete. Fred’i, İsmail’i yedek; Asensio’yu, Semedo’yu hiç oynamadıkları bir orta sahaya sürmek. Sağ beke Çağlar’ı koymak.
Bunlar futbol kararından çok, insan aklının sınırlarını zorlayan kumarlar. Hiçbir hoca, bu kadar keskin bıçağı eline öylesine almaz. Demek ki masada başka hesaplar da var. Ama yine de böyle bir çılgınlık gerekli miydi, emin değilim. Hoca, sıkıntılı tercihlerine devam ediyor.
♦♦♦♦♦
Futbol sadece skordan ibaret değil. Bir duruş, çokça aidiyet meselesi. Ama Fenerbahçe'de artık ne duruş kaldı, ne aidiyet. Mourinho'nun gölgesi hala Samandıra duvarlarında asılı. Tedesco ise o gölgenin altında eziliyor. Futbolcular? Ne Mourinho’yu unutabilmişler, ne de Tedesco’yu anlayabilmişler. Kafaları karışık, ayakları yorgun, yürekleri sönmüş.
İstatistikler bile utanmış, defterin kenarına sıkışıp kalmış. Yüzde 36 ikili mücadele kazanılır mı? Yüzde 27 hava topu, yüzde 22 top sürme... Bu rakamlar yalnızca sahadaki yenilgiyi değil, kulübün ruhundaki çürümeyi de işaret ediyor.
Bir zamanlar Fenerbahçe forması, giyen adamın sırtında ağır bir kılıç gibiydi. Öyle her yürek taşıyamazdı. Çubuklu, terle yıkanır, mücadeleyle kutsanırdı. Şimdi ise, sahada gezinen adamların forması kuru; ne bir ıslaklık var, ne utanma.
♦♦♦♦♦
Dinamo Zagreb, topa hükmetmeden, sadece rakibin hatasına yaslanarak üç gol atabiliyorsa; mesele teknik değil, ruhtur. Kerem’in sıfır şutu, En Nesyri’nin, Dorgeles Nene’nin sıfır denemesi, sahadaki çaresizliği rakamlara çeviriyor.
Szymanski’nin golü, bir kornerin ardında doğan tesadüf. Onun dışında hiçbir isyan, hiçbir direnç yok. Milan Skriniar, Oosterwolde, Szymanski üçlüsü dışında kimse sahaya tükürüğünü bile bırakmamış.
♦♦♦♦♦
Şimdi herkes soruyor: Tedesco gider mi, kalır mı? Ama asıl mesele bu değil. Asıl mesele, Samandıra’daki “dokunulmazların” tahtını yıkmak. Samandıra’da yıllardır at koşturan, tesisleri Can Bartu’nun hatırasından çıkarıp bir çiftliğe çeviren oyuncu düzeni var.
Oyuncuların, yönetimlerin, hocaların üstünde dolaşan görünmez ağ. Orada ter akmıyor, orada hesap sorulmuyor. Can Bartu’nun adını taşıyan tesisler, bir efsanenin değil, bir rehavetin mekanı olmuş. Ve en tehlikelisi, Tedesco gitse de gelecek olanı aynı tuzağın bekliyor olması. Birini gönder, diğerini getir, sonuç aynı. Çünkü esas sorun, hocadan çok Samandıra’nın pas tutmuş kapılarında saklı.
♦♦♦♦♦
Bu yüzden Başkan Sadettin Saran’ın önünde, sadece bir yol var: Çiftliği dağıtmak. Hoca gidecek mi, kalacak mı? Bunlar karar değil, detay. Asıl mesele, o tesise yeniden Fenerbahçe ruhunu sokmak. Yoksa o tesis her hocayı yutar. Kimi uykusuz bırakır, kimi rezil eder.
Ali Koç döneminin en büyük zaafı, karar alamamaktı. Karar verildiğinde de ya çok geçti, ya yanlış verildi. Sadettin Saran, "ne sabır, ne süre" diye geldi. Artık o sözünü tutma zamanı. Fenerbahçe’nin artık bekleyecek vakti yok. Önce bahis davasında kendi başkanlık belirsizliğini çözmek, sonra da bu takımı ya yeniden kurmak ya da dağılmasını engellemek zorunda.
♦♦♦♦♦
Sosyolojinin basit yasasıdır: Düzeni bozmayan düzen, insanı da bozar. Fenerbahçe’nin bugün yaşadığı şey, tam da budur. Kulübün en tepesinden, sahadaki en dip oyuncusuna kadar, herkesin kolaycılığa kaçtığı, sorumluluğu ötekine attığı bir düzen.
Ve son söz Tedesco’ya: “Uykusuz çalışıyoruz” dedi maçtan önce. Geceyi sabaha bağlayan uykusuzluk, aklı bulanıklaştırır. Bir insan, yorgunken doğru karar veremez.
Belki de hocanın önce ihtiyacı olan şey, deliksiz bir uykudur. Sonra düşünecek, sonra seçecek, sonra yürüyecek. Çünkü Samandıra, uyumayanları değil, uyuyan düzeni değiştirenleri sever. Yoksa bu kulüpte ömrü, bir yaz yağmurunun serinliği kadar kısa olur.