Düşünün, daha Lozan imzalanmamış, memleket savaştan yeni çıkmış. Çakıl taşı dizecek fabrika yok.
Gazi Mustafa Kemal ne yapıyor? 17 Şubat 1923’te, İzmir’de İktisat Kongresi’ni topluyor. Yani, devletin adını koymadan önce, bu devletin “nasıl doyacağını” planlıyor.
O kongre çağın ötesinde “Ordumuz ne kadar büyük zaferler kazanırsa kazansın, bunlar ekonomik zaferlerle tamamlanmadıkça eksik kalır” bilimsel bir öngörüyle yapıldı.
***
Yani cumhuriyet önce bir ekonomik projeydi. Sonra siyasi bir rejim oldu. Savaştan çıkmış, meteliğe kurşun atan, tasarrufu olmayan o genç Türkiye, hiç borç almadan, üstüne bir de Osmanlı’dan kalan borçları gık demeden ödeyerek ve sadece kendi kaynaklarıyla kalkınmayı başardı.
Bir yandan da ülkenin dört bir yanına, sanki geleceğe atılmış birer imza gibi, fabrikaların temellerini atarlar… Şeker fabrikaları, dokuma tezgâhları, demir-çelik ocakları…
Karneye bakar mısınız? Yıllık ortalama yüzde 8’leri bulan büyüme oranları! Hem de dünya 1929 Buhranı’nda savrulurken… Bu, yokluk içinde var olmanın, kendi yağıyla kavrulmanın ve onurun destanıdır.
***
Cumhuriyet savaş meydanında kazandı, ekonomiyle büyüdü… Bugünkü Cumhuriyet ise ekonomide kaybediyor.
Şimdi gel 100 yıl ileriye, İngiliz pasaportlu Hazine ve Maliye Bakanı kapı kapı borç ararken ülke savaşta olan ülke ekonomilerinden beter halde! Varlık Fonu’nun içinde Cumhuriyet’in kurduğu ne varsa orada… Son 25 yılda eklenen tek bir “yeni fabrika” ismi say desen, ortam sessizliğinden kulağın çınlıyor. Aradığınız yatırıma ulaşılamıyor!
Atatürk’ün Cumhuriyeti “eşit vatandaşlık” üzerine kuruluydu. Hiç kimse kimseden üstün olmasın, herkes fırsatta eşit olsun.
Hak yemeyelim… Bugün eşitlik hala var aslında… Hepimiz eşit derecede sefalete koşuyoruz. Kimi enflasyon altında eziliyor, kimi kira karşısında...
Burada kırılma tam da siyaset–ekonomi kavşağında yaşanıyor. İzmir İktisat Kongresi’nde “iktisadi bağımsızlık” konuşuluyordu, bugün “faiz kararı” öncesi New York ekranlarına bakıyoruz. Dünyadan kaça borçlanabileceğimizi hesaplıyoruz!
O gün “yerli üretimle kalkınma” denmişti; bugün “ithalat vergilerinden şu kadar gelir topladık” diye övünüyoruz.
***
Mevcut iktidarın elinde, demokratik değerlerin araçsallaştırıldığı, hukukun kendi çıkarlarına göre yeniden tanımlandığı, hak ve özgürlüklerin gitgide kısıtlandığı, “Atı alanın Üsküdar’ı geçtiği” bir dönem yaşıyoruz. Sahip çıkamazsan ülkeye, en güzel örnek İran… Bak o da cumhuriyet ile yönetiliyor. Ya Kuzey Kore… Ülkenin resmi adı “Kore Demokratik Halk Cumhuriyeti” olarak geçiyor.
Demem o ki; “cumhuriyet” demekle olmuyor. Açtığı yolda yürümezseniz, Osmanlı saltanatı hayaliyle yaşarsanız, bugünkü ekonomik krizi öpüp başınıza koyarsınız!