Türkiye’nin AB’ye üyeliğinin resmileştiği yıllarda, Avrupa Parlamentosu raportörü kim, Türkiye için ne demiş ne yazmış, her yerde birinci haber olur, elalem bunun üstüne konuşurdu. Artık öyle değil.

***

Bunun bir nedeni Transatlantik krizi ve ABD ile AB’nin açık açık ağız dalaşına girdiği bir dünyada “AB’nin geleceği ne olacak? ‘Batı’ derken kimi anlayacağız?” tam olarak kestirilemiyor olması. Bir diğer neden de Türkiye’nin AB ile ilişkilerini artık farklı konumlandırması. Türkiye bu haliyle AB’ye üye olmak şöyle dursun, “Siyasi olarak kendisini AB’ye göre konumlandırmayı gerçekçi olarak ister mi?” sorusunun yanıtı da açık.

***

Arkasında ABD olmayan AB’nin bir yaptırım gücü var mı? Bu AB’nin dediğini kimse takar mı? Bunu da yaşayarak tecrübe edeceğiz. Kimse takmasa da AB’den bir yetkili aynayı olduğu gibi yüzümüze tuttu.

AP Türkiye Raportörü Nacho Sanchez Amor, katıldığı programda şöyle dedi:

“Sizler ülkenin içindesiniz ve bazen günlük hayatın içinde bazı şeylere alışılıyor. Halbuki dışarıdan bakınca durumun ağırlığı çok daha net görünüyor. Ekrem İmamoğlu’na yönelik süreç bunun en açık örneği. Arkadaşlarımla konuştuğumda hâlâ ‘hukuki açıdan bakalım, kampanya yürütürüz’ gibi sakin tepkiler alınca gerçekten şaşırıyorum. Çünkü ortada sadece hukuksuzluk değil, toplumun çok büyük bir kesimini etkileyen büyük bir adaletsizlik var. Daha da üzücü olan, toplumda bu adaletsizliği kanıksamaya başlayan bir kesimin oluşması.”

***

Adam daha ne desin? Amir, Türkçesi: “Arkadaşlar siz çıldırdınız mı? Bu yaşadıklarınız hiç normal değil” diyor. Normal olmadığını herkes biliyor ama elden bir şey gelmemesinin yılgınlığı ile umut verecek bir şeyin kapısına gelmesini bekliyor.

***

Vatandaşta da muhalefette de kimilerine göre akıl almaz, kimilerine göre ölçülü sandığı bekleyen bir vakurluk var.

***

Yazının başına dönecek olursak, eskiden AB Türkiye için bir çıpaydı. Bazı sınırların AB çıpası sayesinde aşılamayacağı düşünülüyordu. Ortada çıpa falan kalmadı. Geçen 20 yılda, darbe tehdidinden ekonomik krize yaşamadığı kalmayan halk artık yorulmuş, bıkmış durumda. İnsanlar “Başımıza ne gelecekse gelsin, artık uğraşmaktan yorulduk” modunda. Muhalefet girdiği her yarışta önce umutlanmak sonra da kaybetmekten yorgun. Muhalefetin hem aktörleri hem de seçmenleri sürekli oyuna getirildikleri, tufaya düşürüldükleri paranoyasında. Kimse kimseye güvenemiyor. Kimse bir şeye sevinemiyor, artık üzülmeye kapasite de kalmadı.

Nehir hepimizi bir yere sürüklüyor. Seyrede seyrede gidiyoruz.