Soruyu zamanın Hürriyet Genel Yayın Yönetmeni Ertuğrul Özkök köşesinde sormuştu; üstelik ünlü Arjantinli yazar Borges’in, yeryüzündeki canlılar için yaptığı sınıflandırmadan yola çıkıp kendi sınıflandırmasını da yaratmıştı:

-Uzaktan bakıldığında büyük görünen ama yakınlaştıkça küçülen varlıklar!

Altına da ateşli bir yazı eklemiş veryansın etmişti.

Haklıydı tabii! Gazete sayfalarındaki köşelerini ‘’babalarının malı gibi’’ kullanan, ellerindeki verileri ‘’bilerek’’ saptıran, kamuoyunu ‘’bilinçli’’ olarak yanıltan, köşesini, kalemini, ruhunu en fazla pey biçene kiralayan, uzaktan bakıldığında büyük görünen ancak yakınlaştıkça küçülen ‘’gazeteci’’ çoktu elbette!

Bu gibileri teşhir etmeye yarayacak örnek de pek çoktu doğal olarak.

Alın size çarpıcı bir örnek; 2004’te Kıbrıs’taki referandum öncesi ‘’Evet’’ oyları için propaganda yapan, ‘’Türk halkı kazanacak, tecrit kalkacak’’ diye kalem sallayan, daha da ileri gidip ‘’KKTC tanınacak’’ yolunda iddialar öne sürenlerden biri, hayalleri suya düşünce ‘’Referandum sürecindeki coşku ve umut, şimdi yerini derin bir düş kırıklığı ve öfkeye bıraktı. Çünkü, Kıbrıs Türkü’ne verilen sözlerden hiçbiri tutulmadı’’ diye yazma cesaretini bulabiliyordu...

Bu gibileri gerçekten iyi tanımak lazım!

‘Genlerimizdeki yabancı düşmanlığı!’

Alın bir başka ‘’hassas’’ konu daha...

AKP iktidarının tee 2003 yazında çıkardığı ‘’yabancıların taşınmaz edinmelerine” dair yasanın ardından milyonlarca metrekare arazinin yabancılar tarafından alınması, tartışmaları da beraberinde getirmişti. Önce köşelerinde bu satışı destekleyen iki yazarın konuyu neresinden tuttuklarına bakalım:

-Bazıları yabancılar Türkiye’de mülk alıyor diye telaşta. Bunlar, ‘Eyvah, vatan toprakları elden gidiyor’ diye feryat etmeye başladılar bile. Neticede alışık olmalıyız böyle şeylere... Bir ülkede yabancıların ev alması, o ülkenin geleceğine ve istikrarına yabancıların güven duyduğunu kanıtlar... Bizim artık, genlerimizdeki yabancı düşmanlığını, servet düşmanlığını, bölünme fobisini ve benzer çocukluk hastalıklarını tedavi etmemizin zamanı gelmiştir... Şimdi yabancılar Türkiye’de ikinci evlerini almak için yatırım yapmaya başladıklarına göre, ülkemiz güvenilir, istikrarlı, mülkiyetin ve hukukun kutsandığı bir görünüme giriyor. Bundan korkulmaz. Buna sevinilir ancak. (Mehmet Barlas - Sabah)

- ...Hazretler, ecnebi uyruklulara gayrimenkul satışını yasaklayan antika kanun nihayet değişip bir bölüm yabancı, sahil beldelerimizde veya kent birimlerimizde mülk almaya başlayınca, ‘’sömürgeci işgaline uğruyoruz’’ narası atmaya başladılar... Arabı ve Rusuyla yedi düvelden millet Londra’daki en ‘’İngiliz’’ (!) malikâneleri veya Nice’teki en ‘’Fransız’’ (!) villaları dahi kendi mülkiyetine geçirmişken, sizler çakıl taşlarının ve maki bozkırlarının ‘’milli kalmasıyla’’ mı vatanı kurtaracaksınız? (Hadi Uluengin - Hürriyet)

Adıyaman’da deniz mi var?

Bilmemek ayıp değildir...

Ama bilmediğini bilmemek, bilip de bilmezlikten gelmek, hele bilip de saptırmak, en hafif deyimle ayıptır! Kendilerine ‘’liberal’’ etiketini uygun gören yazarlar nedense bunu hep yapıyor; işlerine gelmeyen konuları ya ‘’bilmezden’’ geliyor ya da saptırıyor!

Konu, yabancıların İstanbul’da, Antalya’da, Bodrum’da aldığı yalılar, villalar değil; Şanlıurfa’da, Kahramanmaraş’ta, Adıyaman’da, Anadolu’nun kervan geçmez bölgelerinde alınan milyonlarca metrekarelik araziler! Hadi Urfa’da GAP gölüne karşı keyif yapmak (!) için villa dikecekler diyelim; peki, Maraş’ta, Adıyaman’da ne arıyorlar? Anadolu’nun deniz görmemiş bozkırlarında ne işleri var? Özellikle GAP bölgesinin etrafını niçin kuşatıyorlar? Bu soruların yanıtını vermek de köşe yazarının görevidir. O zaman Özkök’ün sorduğu can alıcı sorunun yanıtı da kendiliğinden ortaya çıkar:

-Köşe yazarlığı, köşe yazarının meşrebine göre ciddiye alınır!