Batı’nın Türkiye ile ilgili emelleri yüzyıllardır hiç değişmedi!

Anadolu’ya çökmek, parçalara bölmek, ABD Başkanı Wilson’un tee 1920’lerin başında buyurduğu üzere Türkleri geldikleri yere defetmek hep başlıca amaçtı!

Uzun yıllar önce Avrupa Parlamentosu’nun Yunan Milletvekili Georgios Karatzaferis, Parlamento Başkanlığı’na sormuştu:

-Türkiye, Avrupa Birliği’ne parça parça alınamaz mı?

Ne kadar da ufku geniş bir soruydu! Yunan milletvekilinin gerekçesi ve AB’ye ilk etapta alınmasını önerdiği yer de son derece ilginçti.

-Türkiye’nin Avrupa’daki toprakları Anadolu’ya oranla daha gelişmiştir. Kriterler yerine getirilirse pilot proje olarak önce İstanbul ve Avrupa kıtasında bulunan bölümü üye yapma fikrine nasıl bakarsınız?

Nasıl fikirdi ama! Karatzaferis’in, İstanbul’un yanına ‘’Avrupa’daki topraklar’’ diye eklediği bölüm 1922’de ‘’sopa zoruyla’’ kovuldukları Trakya idi!

Adam kendi mantığında sonuna dek haklı tabii; bir daha böylesine bir acz, böylesine bir zillet içinde Türkiye’yi nerede bulacaklardı? Üstelik biliyordu ki, Türkiye’nin üzerine bir karabasan gibi çökmüş işbirlikçi ‘’kirli ruhlar’’ böylesine bir olasılık karşısında zil takıp oynarlardı! Hem de Türkiye’nin ‘’kalbinin sökülüp alınması’’ anlamına gelen böylesine bir işgali ‘’Başımıza konan talih kuşu’’ diye allayıp pullayıp hiç utanmadan Türk ulusuna satmak için kolları sıvarlardı...

-Üstelik yine biliyordu ki, Avrupa Parlamentosu Başkanı da tamamen aynı fikirdeydi!

‘Bir de Türklerin olmasa!’

Nereden mi biliyordum?

O zamanlar kaleme aldığım ‘’AB’nin ‘Kürt Devleti’ Rüyası’’ başlıklı yazımda bu “yüzyılların alçakça hedefini” tüm açıklığıyla anlatmıştım da ondan! O bölümü okuyalım:

‘’Zamanın AP Başkanı Borrel, Türkiye ziyaretini tamamlayıp İstanbul’dan ayrılmadan önce aynen şöyle demişti:

-İstanbul’u tek başına düşündüğümüzde, çok rahatlıkla AB üyesi olabilecek bir ülke olurdu.

Başkanın bu sözleri bana yıllar önce Sevgili Hasan Pulur’un köşesinde yer alan Japon tarihçi Yuzo Nagata’nın, kendi deyişiyle ‘’acı ve çarpıcı İstanbul hatırasını’’ anımsatmıştı. Şöyle anlatmıştı Nagata:

-Amerikalı bir Türkologla Galata Köprüsü’nden geçiyorduk. Durdum ve ‘’İstanbul’a bak, ne kadar güzel’’ dedim. Amerikalı da, “Evet, bir de Türklerin olmasa” dedi. Bu sütunda yıllardır yazdığımız, “Türklerin olmayan bir İstanbul’u, sonra İzmir’i, Antalya’yı AB’ye alırlar. Tabii kent devletleri olarak, amaç budur” tezimizi, Borrell bir cümleyle doğrulamıştı, sağ olsun!”

Değişen bir şey yok yalnızca aktörler değişti!

Yaa, işte böyle!

Şimdi, aşağıdaki bölümü dikkatlice okumanızı öneriyorum; bakın bakalım neredeyse çeyrek asır önce olup bitenle, bugün arasında ne fark var?

Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. A. Nezih Erverdi’nin “Türkiye ve Dünya Analizi” başlıklı incelemesini “ABD’nin Anadolu Hedefi” başlığıyla sütunuma taşımıştım. Orada ABD’nin hedefleri gayet net biçimde sıralanıyordu. Onları da anımsayalım:

“ABD’nin Türkiye topraklarının da içinde bulunduğu bölge için üçü temel, üçü de mümkünse ulaşılabilir nitelikte hedefleri bulunmaktadır. Temel hedefler:

  1. a) Büyük İsrail’in oluşturulması b) Büyük Ermenistan’ın oluşturulması c) Büyük Kürdistan’ın kurulmasıdır.

Mümkünse ulaşılabilir hedefler ise: a) İstanbul merkezli Ortodoks devletinin kurulması b) Pontus Rum ve Ege Yunan devletlerinin kurulması c) Konya merkezli hilafet devleti kurulmasıdır.”

Şu tesadüf zincirine bakın! ABD’nin temel hedefleri ile AP Başkanı ve Yunan milletvekilinin tatlı düşleri nasıl da birbirini tamamlıyordu!

Gelelim şu sıralar yaşadıklarımıza; Prof. Erverdi’nin uzun yıllar önce sözünü ettiği temel hedeflerle nasıl örtüştüğünü kolaylıkla göreceksiniz!

Peki ya ulaşılabilir hedefler? AKP’li Cumhurbaşkanı’nın Beyaz Saray buluşmasında Trump’ın önüne koyduğu “Heybeli Ada Ruhban okulunun açılması” ricası, Türkçeye çevirirsek Fener Rum Patrikliğinin ekümenik olmasının önünün açılması isteği orada da yaşamsal adımlar atıldığını göstermiyor mu? İsrail ve ABD’nin el ele “Büyük Kürdistan” için ortalığı kana bulamasını da düşünün.

Dilerseniz, “Türk kimliği” taşıyan iki “köşe yazarının” yıllar önce hiç sıkılmadan sarf ettiği şu sözcükleri de yukarıdaki emellerin üzerine ekleyebilirsiniz, tam anlamıyla dört başı mamur olur:

-Türkiye, yalnızca Türklere bırakılamayacak kadar önemli bir ülkedir!