İstanbul Üniversitesi-Cerrahpaşa Orman Fakültesi Orman Mühendisliği Bölümü Havza Yönetimi Ana Bilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Yusuf Serengil, Susurluk Havzası'nın iklim değişikliği ve insan faaliyetleri karşısındaki kırılganlığını ortaya koyan çalışmanın, arazi ve havza özelliklerine dayalı doğru ve sürdürülebilir kentsel planlamaya rehberlik edebileceğini söyledi.
Prof. Dr. Yusuf Serengil ve Dr. Mustafa Aytekin, Susurluk Havzası'nın iklim değişikliği ve insan faaliyetleri karşısında kırılganlığını çok kriterli değerlendirme yaklaşımıyla inceledi.
Çalışmada, iklimsel, çevresel ve sosyo-ekonomik bileşenleri temsil eden 28 farklı gösterge kullanılarak toplam kırılganlık puanı hesaplandı. Çalışma, IPCC'nin maruziyet, duyarlılık ve uyum kapasitesi bileşenlerine dayalı kırılganlık yaklaşımı esas alınarak gerçekleştirildi.
SU KALİTESİ ÖLÇÜLDÜ
Buna göre, Susurluk Havzası'nın yüzde 82,61'i yüksek riskli sınıfta yer aldı. Kentsel yayılma, arazi kullanım değişimleri ve su kaynakları üzerindeki insan baskısı, iklim değişikliğiyle havzanın kırılganlığını artıran temel faktörler olarak öne çıktı.
Havzanın yüzde 17,39'u ise kırılgan olarak tanımlandı. Bu alanlar henüz kritik eşiklere ulaşmadı ancak baskıların devam etmesi durumunda kısa sürede yüksek risk grubuna geçebilecek.
Araştırmanın en dikkat çekici bulgularından biri, hesaplanan kırılganlık puanlarının sahadan elde edilen ekolojik su kalitesi göstergeleriyle güçlü biçimde örtüşmesi oldu. Çalışmada su kalitesi verileri, sayısal ölçüm değerleri yerine ekolojik kalite göstergeleri üzerinden değerlendirilerek kırılganlık analizinin doğrulanmasında kullanıldı.
Elektriksel iletkenlik, bulanıklık, çözünmüş oksijen, nitrat, amonyum ve fosfat gibi parametrelerle hesaplanan su kalitesi göstergeleriyle kırılganlık puanları arasında yüksek düzeyde ilişki tespit edildi.
ARAZİ PLANLAMASI YAPILACAK
Prof. Dr. Yusuf Serengil, araştırmanın bir AR-GE çalışması olduğunu söyledi.
Türkiye'de ilk kez havza bazında ve alt havzalar ölçeğinde araştırma gerçekleştirildiğine dikkati çeken Serengil, "Hangi havzanın daha kırılgan, hangisinin daha dirençli ve dayanıklı olduğunu ortaya koyabilirsek, havza ve arazi özelliklerinin kırılganlık ve dayanıklılığı nasıl etkilediğini de anlayabiliriz. Bu veriler, buna uygun bir arazi planlaması yapılmasına imkan sağlar. Çalışmanın temel amacı da buydu" değerlendirmesinde bulundu.
Serengil, kullanılan 28 sınıflamanın, havzanın iklim değişikliğiyle kentsel yayılma, arazi kullanım değişimleri ve diğer insan faaliyetlerinden kaynaklanan baskılara karşı duyarlılığının yüksek olduğunu gösterdiğini belirterek, mevcut koşulların devam etmesi halinde ekosistem dengesinin bozulma riskinin artabileceğinin altını çizdi.
Çalışmanın çıktılarının havza ölçeğinde mekansal planlama, kentsel gelişim kararları ve iklim değişikliğine uyum stratejilerinin geliştirilmesi açısından bilimsel bir temel sunduğuna işaret eden Serengil, çalışmanın Susurluk Havzası'nın Bursa bölümünde yürütülmesinin bilinçli bir tercih olduğunu söyledi.
Serengil, bölgenin İstanbul ve İzmir arasında yer alan, hızlı gelişen ve yoğun baskı altındaki stratejik bir alan olduğunu kaydetti.
Serengil, Türkiye'de Susurluk, Kızılırmak gibi 25 ana havza bulunduğunu anımsatarak, çalışmalarını daha ayrıntılı hale getirmek amacıyla ana havzaların alt havza ölçeğinde ele alındığını bildirdi.
Çalışmada orman oranı, tarım alanları, yerleşim yoğunluğu, eğim gibi çok sayıda parametrenin ele alındığını aktaran Serengil, "Bu parametrelerin tamamının etkisini değerlendirerek bir sonuca ulaşıyoruz." dedi.
İNSAN ETKİSİ
Serengil, Susurluk Havzası'nın orman varlığı, geniş tarım ve yerleşim alanlarıyla ülkenin önemli bölgelerinden olduğuna dikkati çekerek, bölgedeki Marmara Denizi'ne ulaşan atık sular nedeniyle su kirliliğinin yaygın olduğunu aktardı.
Yanlış yerleşim ya da hatalı uygulamaların bazı alt havzalarda etkilerinin çok daha büyük olabileceğini ortaya koyduklarını aktaran Serengil, "İnsan faaliyetleri nedeniyle bazı alanlar daha kırılgan, bazı alanlar ise daha dayanıklı. Biz bu çalışmayla kırılganlık seviyelerini sınıflandırdık." ifadesini kullandı.
Serengil, su kalitesi parametrelerinin çalışmada doğrulayıcı bir gösterge olarak kullanıldığına işaret ederek, kırılganlığın sahadaki karşılığını bu verilerle test ettiklerini anlattı.
SU KALİTESİ BOZULUYOR
Ormanlık alanların yoğun olduğu, erozyonun düşük, arazi kullanımının sağlıklı olduğu havzalarda su kalitesinin de iyi olduğunun altını çizen Serengil, şunları kaydetti:
- Yanlış tarım uygulamaları, yoğun yerleşim ve yol gibi insan baskıları arttıkça su kalitesi hızla bozuluyor. Bu ilişki, kırılganlık analizinde temel bir indikatör olarak ele alındı. Ormanlar yalnızca su kalitesini iyileştiren değil, aynı zamanda havzanın genel dayanıklılığını artıran bir arazi kullanımıdır. Orman varlığı arttıkça su verimi yükseliyor, mikroiklim koşulları iyileşiyor, erozyon azalıyor. Bu nedenle ormanları belirleyici bir parametre olarak ele aldık.
Serengil, su ve iklim sorununun temel belirleyicisinin arazi kullanımı olduğunu vurgulayarak, yanlış uygulamaların devam etmesi halinde mevcut çevre sorunlarının iklim değişikliği sürecinde daha da derinleşebileceğini söyledi.
Son yıllarda büyük şehirlerde yaşanan su sıkıntısı ve denizlerdeki kirlilik sorunlarını hatırlatan Serengil, "Bu sorunların tamamı birbiriyle bağlantılı. Eğer bugün bu çalışmaları yapmazsak, önümüzdeki 10 yılda su kirliliği ve su miktarı sorunları çok daha şiddetli hale gelebilir" uyarısında bulundu.
KIRILGAN BÖLGELER ORTAYA KONULACAK
Serengil, sözlerini şöyle tamamladı:
- Bu çalışma sayesinde arazi ve havza özelliklerine bağlı kentsel genişlemenin nasıl olması gerektiğini değerlendirebiliyor ve buna göre planlama yapılmasını tavsiye edebiliyoruz. Böylece daha sağlam, sağlıklı bir çevre oluşturabilir, iklim değişikliğinden kaynaklanan etkileri azaltabilir ve daha dirençli bir yapı kurabiliriz.
- Dr. Mustafa Aytekin ile geliştirip uyguladığımız bu yöntemin, havzaya özgü yeni parametrelerin de eklenmesi ve yıllık olarak değişebilen göstergelerin düzenli biçimde güncellenmesiyle geliştirilmesi halinde, Türkiye geneline yaygınlaştırılarak kırılgan ve dayanıklı bölgelerin net biçimde ortaya konulabileceğini düşünüyoruz.