Atatürk’ün uzlaşma mirası

Bugün 10 Kasım 2025... Bugün sadece bir yas günü değil, aynı zamanda aklın, vicdanın ve uzlaşmanın yeniden hatırlandığı bir gün…

Mustafa Kemal Atatürk, savaş meydanlarının kahramanıydı ama ondan da önemlisi barışın mimarıydı...

O, “Yurtta sulh, cihanda sulh” derken sadece dış politikadan bahsetmiyordu...

Bu söz, insanın kendi iç dünyasında, toplumunda ve devletinde kurması gereken dengeyi anlatıyordu...

Yani barış, bir uzlaşma bilinci idi...

***

Atatürk’ün en büyük başarısı, yıkılmış bir imparatorluğun küllerinden yeni bir devlet kurmanın ötesinde... Farklı inançları, farklı düşünceleri ve farklı kültürleri ortak bir akıl ve vicdan etrafında buluşturabilmiş olmasıydı...

O, hiçbir yurttaşını ötekileştirmedi...

Kimsenin kimliğine, inancına ya da geçmişine düşmanlık etmedi...

Tam tersine, “fikri hür, vicdanı hür” nesiller isterken, herkesin düşüncesine yer açtı...

Atatürk, tartışmayı düşmanlık değil, ilerlemenin bir yolu olarak görüyordu...

Bu yüzden, “Benim görüşlerim de zamanla değişebilir, çünkü ben aklın rehberliğine inanırım” diyordu...

Yani o, katı bir dogma değil; sürekli öğrenen bir zihin, sürekli yenilenen bir uzlaşma kültürüydü...

Ruhu şad olsun...

Bugün bizler, onun mirasını sadece anmakla değil, yaşatmakla yükümlüyüz...

Farklılıklarımızı çatışma değil, zenginlik sayarak… Eleştiriyi nefret değil, diyalog fırsatı bilerek ve fikir ayrılıklarını bölünme değil, ortak akla varma yolları olarak görerek…

Cumhuriyet’i yalnızca bir rejim değil, bir uzlaşma biçimi olarak kuran Atatürk’ün uzlaşmacı ruhu tam da budur:

Kimseyi dışlamadan, kimseyi ezmeden, herkesin onurunu koruyarak bir arada yaşayabilmek...

***

Atatürk’ü anlamak, uzlaşmayı öğrenmektir...

Biz onun yolunda, kavga etmeden ilerlemenin ne kadar asil bir cesaret olduğunu biliyoruz…

Bugün 10 Kasım’da, yalnızca bir lideri değil, bizi birbirimize bağlayan o aklı, vicdanı ve uzlaşmayı anıyoruz... Ruhu şad olsun...

Kaderin yerine aklı koymak

Dilovası’nda bir parfüm fabrikasında çıkan yangında 6 insanımız hayatını kaybetti, 7 kişi de yaralandı... Duman hâlâ gökyüzünde, ama asıl kara duman, vicdanlarımızın üzerinde...

Bu ülkede yangınlar hep aynı şekilde başlıyor: ihmalle… Ve hep aynı cümleyle söndürülüyor: “Kader…”.

***

Oysa kader, aklı devre dışı bıraktığımızda başlar…

Kader, iş güvenliği eğitimini “masraf” gören yöneticinin bahanesi olmamalıdır...

Kader, denetim yapması gerekirken “göz yuman” bürokratın mazereti değildir…

Kader, alınabilecek önlemleri almadığımız için ölen işçinin mezar taşına yazılacak bir “kurtarıcı” kelime olarak kullanılmamalıdır...

Az gelişmiş ülkelerde iktidarlar, böyle facialarda toplumsal öfkeyi yatıştırmak için suçu Tanrı’ya ihraç ederler. Oysa kader, insanın iradesini teslim ettiği an değil, iradesini kullanmadığı andır…

Bu ülke kaderine değil, aklına inanmayı öğrenmedikçe; fabrikalar yanmaya, anneler ağlamaya, sorumlular susmaya devam edecek…

SON DAKİKA HABERLERİ

Memduh Bayraktaroğlu Diğer Yazıları