“Biz” ve “Onlar”

Prof. Sabahattin Zaim (1926-2007), iktisatçı, akademisyen ve muhafazakâr çevrelerin önde gelen düşünürü idi…

Tüm çalışmaları boyunca insanı merkez alan sosyal politika, kalkınmada ahlaki değerlerin rolü gibi İslam ekonomisi konusunda çalıştı.

Aynı zamanda dini-manevi değerlere yakın sivil toplum yapılarında aktif kurucu ve yönetici oldu.

Bir Ömrün Hikayesi” kitabındaki bir sözünü paylaşmak istiyorum:

“(Turgut) Özal bizdendir onları idare etmeye çalışıyor, (Süleyman) Demirel onlardandır bizi idare etmeye çalışıyor.”

Onlar” ve “biz” şahıs zamirleri üzerinde duracağım, çünkü bugün yaşadığımız sorunların temelinde bu ikilik var.

Sabahattin Zaim’in bakışında Nakşibendi İskenderpaşa mensubu Turgut Özal, kültürel değerler bakımından muhafazakâr-manevi çevreden biriydi. “Onları idare etmeye çalışıyor” derken kastettiği; devletin geleneksel bürokratik elitleri, seküler Cumhuriyetçi merkezi vs. tanımlıyordu.

Sabahattin Zaim’e göre Süleyman Demirel ise köylü kökenli olmasına rağmen siyasi kariyeri boyunca daha çok devlet bürokrasisi ve “merkez” diye ifade edilen elit kesimler ile uyumlu çalışmış bir politik figürdü. Bu yüzden “onlardandır” ayrımını yapıp; “bizi idare etmeye çalışıyor” yönetmeye/yatıştırmaya/kontrol etmeye çabalıyor demek istedi.

Sonuçta bu söz tek başına siyasal analiz gibi görünse de Türkiye’deki “biz-onlar” ayrımı derin sorunlara yol açtı. Şöyle ki:

“Biz” kendi içinde bölündü

Biz” ve “Onlar” ayrımı bugün Türkiye’de tartıştığımız; liyakat, kurumların tarafsızlığı, kadrolaşma, kutuplaşma gibi sorunların kökleri tam da bu yapısal ayrışmaya dayanmıyor mu?

Devleti “kendine karşı olanlardan koruma alanı” olarak görüp, “ne olursa olsun bizden biri olsun” yandaş anlayışı, ülke yönetiminde ve kurumsal yapılarda kalitesizliğe-vasatlığa sebep olmadı mı?

Türkiye’de “liyakat” değil “aidiyet” arandı.

Mesela:

“Alnı secdeye değenden bize zarar gelmez” anlayışı FETÖ darbesine sebep oldu; 15 Temmuz 2016.

Çok emin oldukları “Biz” kendi içinde bölündü!

FETÖ kalkışması var olan liyakatsizliği daha da büyüttü. AKP iktidarı devlet kadrolarını tamamen yeniden dizayn etti. “Biz ve onlar” ayrımını varoluşsal bir güvenlik meselesine dönüştürdü.

“Onlar” tanımını ise çok genişletti; “düşmanlaştırma”-“ötekileştirme” ile keskinleştirilen kutuplaşma ülkeyi böldü. Her siyasi eleştiri, her farklı ses için devreye yargı sokuldu. “Onlar” kavramı kuşkusuz hukuki değildi, ama ceza üretir hâle getirildi. Bu meselenin ayrı yönü…

“Biz” ve “Onlar” ikiliğinin yarattığı sorunların başında liyakatsizlik geldi: Liyakatin yerini büyük ölçüde sadakat merkezli bir tasnif alınca neler oldu?

Devlet kadrolarında kişilerin yetkinliği, mesleki becerisi, kurumsal deneyimi yerine, hangi gruba ait olduğu belirleyici hale geldi.

Böylece devletin kurumsal birikimi kırıldı, süreklilik bozuldu. Kamu çalışanları hata yapmaktan değil, yanlış yerde görünmekten, yanlış izlenim vermekten korkar hâle geldi.

Bu kültürel dönüşüm, liyakat için gerekli olan profesyonel öz güveni zayıflattı.

Şuraya geleceğim:

Sorunun özü atlanıyor

Irak’ta mağara araması sırasında 12, Gürcistan’da askeri uçağın düşmesi sonucu 20 şehit verdik.

Sadece askeri facialar değil, toplumsal yaşamda neredeyse her geçen gün yürekleri yakan kazalar-cinayetler-yangınlar meydana geliyor.

Her olayı kişiselleştirip sorunun özünü atlıyoruz!

En son… Barzani ve silahlı peşmergelerin Cizre’deki kışkırtıcı gövde gösterisi gündeme geldi.

En alt kadrodan en üst kadroya kadar bunun sorumlularını kişiler-isimler üzerinden yazmak istemiyorum...

Burada da liyakat sorunu yok mu? Bağlılık-sadakat üzerinden seçilen, hızlıca yükseltilen, çoğu zaman yeterli deneyimi olmayan kadrolar sorunu göz ardı edilebilir mi? “Biz-Onlar” ayrımının kamu kurumlarında yarattığı tahribatın sonucu değil mi tüm bu siyasi-ekonomik-kültürel krizler?

Hiç profesyonel olmayan kriterlerin belirleyici hâle gelmesi ülkeyi uçuruma sürüklemiyor mu?

İktidar “kariyer sahibi” yüksek memura artı otuz bin lira zam vererek bu çürümenin önüne geçeceğini sanıyor, yanılıyor. Temel sorunu atlıyor; liyakatsizlik!

“Biz-onlar” üzerinden işleyen bu sistem; karar kalitesini düşürüyor, yönetim hatalarını artırıyor, kamu kaynaklarında zarar-israf yaratıyor, devlet kapasitesini zayıflatıyor.

Bugün Türkiye’de; ekonomik yönetimde tutarsızlıklar, kurumlarda itibar kaybı, bürokratik verimsizlik, eğitim ve sağlıkta kalite kaybı gibi sorunların önemli nedeni liyakat erozyonunun yapısal sonucudur

Rahmetli Sabahattin Zaim yaşasaydı siyasi analizinin nelere yol açtığını anlardı. Ki kendine “biz” derken, “onlar” gördüğü Koç Holding’e danışmanlık yapmaktan geri durmadı!

SON DAKİKA HABERLERİ

Soner Yalçın Diğer Yazıları