Eziyet çeken muhalif

Refik Halit Karay (1888-1965) ...

Galatasaray Lisesi’nde ve Hukuk Mektebi’nde okudu. Kısa süre Maliye Nezareti’nde memurluk yaptı ve 1909 yılında gazeteciliğe başladı...

Bir süre Hürriyet ve İtilaf Fırkası’na üye oldu. Parti iktidara gelince Beyoğlu Belediye Başkatibi olarak çalıştı...

İttihatçılar darbe yapıp iktidarı geri alınca Karay, Sinop’a sürgün edildi...

Birinci Dünya Savaşı kaybedilince Hürriyet ve İtilaf Fırkası tekrar iktidar oldu. Karay, partinin İstanbul’daki genel merkezinde görev aldı. Ardından Posta Telgraf Umum Müdürlüğüne atandı.

Alemdar, Peyam-ı Sabah gazetelerinde ve Aydede dergisinde Kurtuluş Savaşı ve Mustafa Kemal aleyhine sert yazılar kaleme aldı. Çünkü, istiklale inanmıyor, kurtuluşun ancak İngilizler eliyle olacağına inanıyordu!

Bağımsızlık kazanıldıktan sonra Karay, vatan hainliği suçundan Yüzellilikler ile birlikte yurt dışına sürüldü. Yıl, 1922 idi.

Önce Beyrut sonra Halep’te yaşadı…

Karay, sürgünde yaşarken, Türk basını adını hiç unutmadı!

Tuncay Birkan, Karay’ın biyografisini yazdığı “Dünya ile Devlet arasında Türk Muharriri/1930-1960” kitabındaki ayrıntı ilgimi çekti. Şöyle:

Gazetedeki iki fotoğraf

Ağrı isyanları 1926’dan 1930 yılına kadar sürdü.

Türk Ordusu bölgeye üç harekât düzenledi.

Dört yıllık bu süreci Türk basını sürekli haber yaptı.

Ayaklanmanın arkasında -Lübnan’da kurulan- Hoybun Cemiyeti ve İngiltere vardı.

İktidara yakın gazeteler sürgündeki isimlerin bu ayaklanmayı planladığını yazdı. Bir haberi aktarayım:

- “Diğer taraftan Halep’teki fesatçıların faaliyetleri de Ağrı dağı hadisesinde münasebet bulunduğu tahakkuk etmiştir. Geçen hafta Abdülhamid’in üfürükçüsü Ebü’l-Hüda’nın oğlu Hasan Rıza Paşa ile Rıza Tevfik Halep’e giderek iki gün orada kalmışlardır.

- Kendilerine firarilerden Halep Mevlevi Şeyhi ve son Konya Çelebisinin oğlu Bakır Çelebi tarafından Mevlevihane’de bir ziyafet verilmiştir. Bu ziyafette Refik Halit, Doğruyol gazetesi sahibi Celal Kadri, yüzelliliklerden Mevlanzade Rıfat da bulunmuştur.

- Hainler ziyafet esnasında Türkiye’ye parlak surette avdet hülyalarından bahsetmişler ve gizli bazı kararlar da ittihaz eylemişlerdir.

- Bu toplanışın Ağrı dağı hadisatının vukuu zamanına tesadüf etmesi manidar olduğu gibi hainlerin verdikleri kararların mel’unane mahiyeti ne olabileceği de meçhul değildir.

- Her ne olursa olsun bütün bu hıyanet ve fesat şebekesi için hükümetimizin tedbir ve basireti ve kahraman ordumuzun satvet ve kudreti sayesinde evvel ve ahar hüsrana uğramak mukadder olduğuna şüphe yoktur.” (30 Temmuz 1930)

Gazetelerin bu haberinde Rıza Tevfik ve Refik Halit’in fotoğrafı vardı…

Bu tür haberler üzerine Refik Halit, “Aziz Feylesofum” hitabıyla Rıza Tevfik’e mektup yazdı.

- “Son Kürt meselesine seni ve beni yine Türkçe gazeteler soktu. Karşılıklı resimlerimizle beraber. Maktu’larını gönderiyorum. Tekzibe bile değmez. Benden daha fazla bahsettiler, komiteye bile dahil imişim, bilmem neler yapmış, ne haltlar etmişim! Ahmak ahlaksızlar! Ha resimlerimiz enfes, ikimizinki de dört başlılık zamanına ait.” (30 Ağustos 1930)

Devam edeyim:

Hedefteki gazeteci

Gazeteler sadece Ağrı isyanında değil, Refik Halit’in Şeyh Sait ayaklanması ile bağlantılı olduğunu da yazdı:

- “Gazeteler hiçbir esasa istinat etmediğini bildikleri halde, beni Şeyh Sait isyanında alakalı gösterme taktiğini yaptılar. İrtica hareketinin şiddetle aleyhinde idim; Halep’te hiçbir şeye karışmadan, neticenin hükümet lehine gelişmesini bekliyordum. Buna da emindim. Zaten benim ihtilalci ve suikast tarafım yoktu, olmamıştı, olamazdı.” (“Minelbab İlelmihrab” adlı anı kitabı.)

Refik Halit Karay’ın, Ağrı isyanıyla ilgili yapıldığı iddia edilen toplantıda olmadığı da Bakır Çelebi’nin tekzibi ile ortaya çıktı.

Zaten bu nedenlerle; Refik Halit affedilerek, 16 yıllık sürgününe son verilip ülkesine dönmesine izin verildi.

Gelelim sonuca:

Refik Halit’in siyasi görüşlerine, yazdıklarına katılırsınız veya katılmazsınız, bu ayrı konu. Ama yazı-çizi sebebiyle eziyet edemezsiniz.

Peki, bunlar sadece Refik Halit’in mi başına geldi?

Bugün benzerlerini yaşamıyor muyuz? Her fırsatta muhalif gazetecilere kara çalınmıyor mu?

Dostoyevski’nin “poshlost” dediği sıfat var; dilimize “paçoz” diye çevrilen… Örneğini, Türk basınında/sosyal medyada sıklıkla hâlâ görüyoruz:

- Kendi çıkarları için her yolu mübah sayan, küstah, sokak kurnazı, pespaye, aşağılık, ahlaksız…

Sağ ya da sol fark etmiyor; her “mahallede” var bu içtensiz, basmakalıp, ağız dalaşı yapan, kalleş Zübükler!

Daha acısı, paçozluğun artık yadırganmıyor oluşu. Neredeyse liyakatin ölçüsü oldu, paçozluk.

SON DAKİKA HABERLERİ

Soner Yalçın Diğer Yazıları