İnsanın Perspektifleri
Fransız düşünür Roger Garaudy (1913-2012) yirmi yaşında Komünist Partiye girdi. Hitler Fransasında savaş esiri olarak kaldıktan sonra Fransız direniş hareketine katıldı. Direniş radyosu ve Liberté gazetesinde çalıştı…
Polemikçi yazardı; gerek Michel Foucault ve gerekse Jean-Paul Sartre ile devrimci siyasetin temelleri konusunda felsefi tartışmalar yaptı.
İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra yazdığı “İnsanın Perspektifleri” eseri, düşün dünyasını hayli etkiledi.
Garaudy, modern Batı düşüncesinin insana dair bazı eksiklikler içerdiği tespitinde bulundu. “İnsan” sadece ekonomik ya da politik olarak değil, manevi ve toplumsal boyutlarıyla da ele alınmalı... Dedi ki:
-“İnsan, yalnızca kendisi için değil, başkalarıyla birlikte insan olur…”
-“İnsanı anlamak, onun yaratıcı eylemini anlamaktır…”
-“İnsan, kendini aşmaya mahkûm bir varlıktır…”
Bu eserin bir diğer anlamı şuydu; Garaudy kitabını baskıya vermeden önce felsefi eleştirilerini Sartre’a gönderdi ve gelen yanıtları kitabına ekledi!
Bu demokrat tavır/düşünceye hoşgörü o dönemden önce pek görülmemişti.
Garaudy’nin bu davranışı/tutumu aydınlar tarafından takdir edildi, kitap kısa sürede fikir dünyasının başlıca eserleri arasına girdi.
Yazıma Roger Garaudy ile niçin başladım?
Gazeteci Can Özçelik’in tavrı
Geçen hafta ekranda bir tartışmaya rast geldim. Gazeteci Can Özçelik mealen diyordu ki:
“Arkadaşlar, Ekrem İmamoğlu ve CHP’li belediyeler soruşturmalarına dair iddiaları gerçekmiş gibi söylüyorsunuz. Savunmayla ilgili tek cümle etmiyorsunuz. ‘İmamoğlu da bu konuda şunu ileri sürdü’ demiyorsunuz.”
İşte… Bu tavır aklıma Roger Garaudy’yi getirdi; eleştirdiği Sartre’ın yanıtını kitabına koymasını…
Hiç değişmiyor bizde; savunma kısıtlaması olan cezaevindeki kişilerle ilgili neler söyleniyor, neler yazılıyor. Ki, soruşturma üzerinde yayın yasağı var, bu da ayrı konu...
En son FETÖ kumpasları döneminde de bunları yaşadık. Örneğin: Hakkımdaki ipe sapa gelmez dedikoduları Silivri Cezaevi’ndeki tv’den sadece seyrettim, ne yapabilirdim? İki yıl sonra tahliye oldum, altı yıl sonra beraat ettim. Peki benim hakkımda ekranda “adam asmaca” oynayanlar öz eleştiri yaptı mı? Hayır.
Meselem eski günleri hatırlatmak değil, neden benzer tavırların sürdüğünü analiz etmek… Yani gazeteciler, kendini mutlak hakikatin yargıcı olarak görmeye yine niçin devam ediyor?
Ortada iddianame yok. Duruşma yok. Avukat görüşü yok. Ne var? Yine ekranda konuşan simaların görüntüsü var. Ve:
-Gerçek, televizyon, sosyal medya ve haber sistemlerinde “görülen” üzerinden aranıyor. Suç “kanıtla” değil, görüntüyle oluşturuluyor.
Kamuoyu gözünde “suçlu imajı” gerçekliğin önüne geçiriliyor…
Burada yine bir Fransız felsefeciye ihtiyacımız var: Emmanuel Levinas (1906-1995)...
Dedi ki: “Etik, ötekinin yüzüyle karşılaşmayla başlar.”
Bugün ekranlar, ötekinin “yüzünü” bize göstermiyor! “Etik yüzleşme” yerine etik mesafe yaratıyorlar. Çünkü kendilerince:
-Ötekini “insan” değil, “tehdit”, “suçlu”, “düşman” olarak görüyorlar…
Bu, Sartre’ın “cehennem başkalarıdır” cümlesindeki gibi, ötekiyle yaşamaktan korkan bir benliğin savunma mekanizması…
Bunu biraz daha açayım:
“Biz” ve “Onlar”
Türkiye gibi politik, dini, kültürel olarak yüksek kutuplaşma yaşayan toplumlarda “karşıt görüşe düşmanlık” neredeyse bir norm/kural haline getirildi.
Bunun kökeni sadece siyasi değil, felsefi, psikolojik ve kültürel olarak da çok derin. Mesela:
İnsanlar, korkuya dayalı dönemlerde kimlikler üretir. Kimlik temelli düşünmeye başlar; “biz” ve “onlar”...
Bizim gibi kutuplaşmış toplumlarda vatandaşlar, birbirine “insan” olarak değil, “ideolojik temsilci” olarak yaklaşır. Böylece:
-Karşı tarafın acısı değersizleşir…
-Empati yerine nefret üretilir…
-Diyalog “ihanet” olarak algılanır…
Merhamet, empati ya da bağışlama söylemi, “zayıflık” gibi sunulur…
Bu, etik öznenin yokluğudur. Yani insan, kendi vicdanıyla değil, grubunun onayıyla davranır. Nietzsche buna “sürü ahlakı” dedi: “Sürü için iyilik itaat etmektir, kötülük ise farklı olmaktır.”
Sonuçta “Biz” olan, karşıtı “Öteki/Onlara” düşmanlık etmeyi bir tür erdem sanır. Ki aralarında yarış bile başlar, “düşmanla” kim daha iyi savaşıyor?
Gazeteci Can Özçelik istediği kadar ekran arkadaşlarını etik davranmaya-vicdanlı olmaya çağırsın, karşılık bulamaz. Çünkü:
İnsan korktuğunda düşünmez, sadece mensubu olduğu iktidar grubunu savunur. Savunma da çoğu zaman saldırıya dönüşür.
Ekranlarda gördüğüm; Fransız düşünür Jean Baudrillard’ın tespitidir: Medya, artık gerçeği yansıtmaz; gerçekliğin yerine geçen sahte bir simülasyon üretir…
“Artık hakikat yok, yalnızca hakikatin imajı var…”