Kitap beni yazdı
Yazmaya başlamadan önce çoğu yazar, fikir, tema ya da karakter üzerine taslak kurar. Bu harita gibidir; nereye gideceğini bilmeni sağlar ama hangi yoldan gideceğini değil!
Çünkü yazarken karakterler “kendi hayatlarını” yaşamaya başlar…
Planlanan taslak, duygusal, felsefi ağırlık kazanır ve sen onu takip etmeye başlarsın. Bu nedenle kitap yazarken ilk planın dönüşmesi, hatta dağılması çok doğaldır…
Dostoyevski’den Virginia Woolf’a çok yazar “hikâye beni başka yere götürdü” demiştir… Çünkü, yaratıcılık bilinçaltından beslenir. Yazarken aklında olmayan temalar, geçmişte bastırdığın duygular kendini metne sızdırır…
Yazmak, keşfetmektir… Sabahattin Ali’nin dediği gibi, “İnsan, yazmaya oturunca kendine bile itiraf edemediği şeyleri anlatır…”
Geçen hafta raflarda yerini alan “Solcular/Sessizliğe Söz Düşenler” kitabımı yazarken, birden iç yolculuğuma döndüm. Ben kitabı yazarken, kitap beni yazdı!
Otobiyografik bir kitap yazdım sanki; hiç aklımda yokken…
Her okur, nasıl kendini okur ise, belki ben de kendimi yazdım kimi sayfalarda…
Hayatıma dokunan düşünsel dostlarımı yazarken, benden de hayli anılar okuyacaksınız; kırk yıllık bir dönemin hafızasını…
Siz de tanıyın istedim
Neden “Solcular” adında bir kitap yazdım?
Tüm değerlerin ayaklar altına alındığı, her şeyden az bilen kalabalıklar zamanındayız. Bağnazlığın hegemonik olduğu dönemden geçiyoruz...
Öğrenme ihtiyacı, kabiliyeti bitirildi. Kudurmuş sürüye kattılar ahmaklaştırdıkları insanı…
Karakter aşınmasının yarattığı tüketmeye, şöhrete bağımlı umarsızlık, çöküşe hazırlar toplumu, ülkeyi; sadece insanı değil yani...
Düşünen-üreten-direnen aydın kıtlığımız var, bu verimsiz çoraklığı aşmak lazım. Manevi ve ahlaki bağımsızlık için insanın kurtuluşunu sağlamak için bir yerlerden başlamak gerek. Peki, “ne yapmalı?”
Toplu ağlama seanslarını bırakıp, aydını tekrar ayağa kaldırmalı, yürekli, dirençli kimliğine yeniden dönüştürülmeli...
İradesi zayıflatılan boyun eğen insana cesaret duygusu, mücadele ruhu aşılanmalı, çeliğe su verilmeli…
Korkusuz olmak öğrenilir, yiğitlik doğuştan gelmez. Bu sebeple umutsuzluğu kimlik yapmayan, yalnız kalma pahasına haksızlığa karşı inatçı mücadelesini sürdürenlerin hayatını öğrenin istedim...
Hayatlarına yıldırımlar düşürülmesine rağmen haklılığın inadını sürdüren, sarsılmaz dürüst, düşün insanlarını daha yakından tanıyın istedim...
Anlattığım onların hikâyesi: Zulümlerin tüketemediği, acının üstüne çıkan tutkulu aydınlar, bellek inşacıları...
Sayfaları çevirdikçe okuyacaksınız; hepsi ateşli ve cesur. Yön veren pusula. Dünyaya düşmüş düşün havarileri…
Evet, tanıdığım-tanıştığım, boyun eğmez, iyiyi yaratmak konusunda ısrarcı bizim aydınları yazdım...
Hepsi hayatıma dokundu, öğretmenlerim oldu. Beni etkileyen zihinsel donanımlarını, karakterlerini, ruhlarını, dirençlerini siz de tanıyın istedim…
Gözlerim dolarak yazdım
Gelelim kitabın adına, “Solcular/Sessizliğe Söz Düşenler”...
Özellikle son yarım asırdır itibarsızlaştırmak istenen, karalanan, “modası geçti” deyip küçültülen, korkutulup fısıltıyla konuşulan, alay edilen, bir büyük siyasi kavrama tekrar itibar kazandırmak, onurlandırmak istedim.
Onlar, “Demokrat”, “Özgürlükçü”, “Halkçı”, “Toplumcu” değildi, hepsiydi, solculardı!
Sol, yalnızca siyasal tutum değil, aynı zamanda düşünce biçimi. Bunu muhalif ruhlar üzerinden anlattım; onca sert sınavdan başarıyla geçen, yolunu sonsuzluğa açan, özgür düşünceli-coşkun entelektüelleri hak ettiği mertebeye yükseltmek istedim…
Elinde aydınlanma meşalesi ile karanlığa koşan bizim aydınlarımızı yüceltmek, kalemimle varoluşlarına kutsallık değeri vermek istedim…
Bendeki intibalarını paylaştım…
Saygı duruşunda bulundum… Kimler yok ki aralarında, çoğunluğu tanıdığınız.
Şunu da eklemeliyim:
Kitapta anlatılan solcu aydınların hiçbiri siyasi ideallerini hayata geçiremedi. Ancak, bir düşüncenin gerçekleşmemiş oluşu, o fikrin yanlışlığının kanıtı değil, bu sadece bir gecikme... Zamanla, gerçekleştirilmeyen düşünceler, eylemler mutlak yeniden hayata döner; bazen takılıp düşse de insanlığın yürüyüşü ileriye doğru gider…
Bu kitap insanı kazanmak, zamanın dönüştürücü gücünü hızlandırmak amacıyla kaleme alındı.
Bir neslin yazgısı gelecek kuşakların yazgısı olmasın, dün ile köprü kurulsun istedim… Özellikle genç kuşakların okumasını isterim…
Kırk yıldır tuttuğum not defterlerimi, yazdıklarımı gözden geçirdim. Hiç kolay olmadı. Andre Gide “Hatırlamak dert icadıdır” dedi. Kimi satırları gözlerim dolarak yazdım, gülümsediğim de oldu…