Sultanhamam muhafazakârları
TÜSİAD 1971, MÜSİAD 1990’da kuruldu.
İstanbul’un eski ticaret üçgeni Kapalıçarşı-Mahmutpaşa-Sultanhamam hattı, Türkiye’nin ticari nabzının attığı yerdi.
Aşir Efendi Caddesi/Sultanhamam toptan ticaretin merkeziydi: Kumaş, iplik, tekstil yan ürünleri, kırtasiye, ambalaj, matbaa malzemeleri, küçük ev eşyaları ve ithalat-ihracat bağlantıları burada yapılırdı…
Bölge adeta “Türkiye’nin ticari haber ajansı” gibi işliyordu.
Ülkenin dört bir yanından esnaf, mal almak için Sultanhamam’a gelirdi.
“Bugün Sultanhamam nasıl?” cümlesi bir dönem esnaf için neredeyse ekonomi göstergesi gibiydi…
Bugünün bilinen markaları Vakko’dan, Boyner’e büyük şirketlerin doğum yeri burasıydı. Ancak Sultanhamam çoğunluk muhafazakâr iş adamlarının olduğu ticaret bölgesiydi.
Peki, kendilerine “yerli”-“milli” diyen muhafazakâr iş adamları neden Sultanhamam’da var oldu? Çünkü:
Bölge, Anadolu’dan gelen muhafazakâr tüccarın buluşma noktasıydı. Aile şirketlerinin sermaye biriktirildiği ilk merkezdi. Eşarp, kumaş, dini yayın, doğal sabun gibi muhafazakâr yaşam tarzıyla uyumlu ürünlerin merkeziydi burası. Bankaların güçlü olmadığı dönemde Sultanhamam’ın dayanışma ağları güçlüydü. Ticaret güvene dayalıydı ve muhafazakâr çevreler için burada uygun bir “ekosistem” vardı…
Muhafazakâr sermaye, 1950’de kurulan Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği/TOBB başkanlığına Necmettin Erbakan’ı getirecek güçteydi.
Sonra… Sultanhamam’ın iktisadi merkezi dağıldı; Tophane, Mecidiyeköy, Merter ardından AVM’lere taşındı…
Bu uzun girişi Ali Babacan’a bağlayacağım!
Hayır ve hasenat meselesi
Ankara’nın ticaret merkezi Ulus/Samanpazarı, Çıkrıkçılar Yokuşu, Anafartalar Caddesi, Suluhan idi.
Ulus/Anafartalar’da toptan ticaret yapan Ali Babacan’ın aile kökleri muhafazakâr idi. Katır ve develerle köy-kasaba arasında “çerçilik” yapan göçebe niteliğindeki ticaretleri zamanla toptancılığa kadar ulaştı.
Şereflikoçhisarlı tekstilci Babacan ailesi, Ankara’da bilinirdi. Tanınırlık, Ali Babacan’ın siyasete girmesiyle, “ülke ekonomisinin dümenine” geçmesiyle yaygınlaştı.
Bu bilgiler sonrası şu soruya geleceğim; Ali Babacan AKP’den ayrıldıktan sonra siyasette neden başarılı olamadı?
Ya da şöyle sorayım, muhafazakâr iş dünyası Ali Babacan’a neden yeterli desteği vermedi?
Bu sorunun yanıtını ekonomi-politik değil, kültürel açıdan vermek istiyorum! “Hayır ve hasenat”/sevap kazanmak için hayırlı güzel işleri yapmayı ilke edinen muhafazakâr iş adamlarının yaşamları son yarım asırda nasıl değişti? Çok zenginleştiklerini biliyoruz, ya kültürel hayatları nasıl değişti? Mesela, ekonomik güçleri yaşamlarında bir “ahlaki buhran” doğurdu mu?
Bu soru, bugün Türkiye’de muhafazakâr iş dünyasında yaşanan kırılmanın en kritik boyutudur ama nedense üzerinde pek durulmuyor!
Muhafazakâr iş dünyasının, bugün en güçlü hayat refleksi, “ne olursa olsun para kazanayım” anlayışı…
Bu anlayış, ideal İslami düzen arayışı yerini pragmatizme bıraktı.
İktidar rantına entegre olmak “davayı” unutturdu. Dürüstlük, kul hakkı hassasiyeti, gösterişten uzaklık, müşteriyi velinimet görmek gibi ahlaki anlayışlar gölgede kaldı.
“Helal mi, haram mı” sorusu bulanıklaştı; haram-helal çizgisi birbirine karıştı.
Gösteriş ve tüketim artarken, değerler zayıfladı. Yeni zengin olan muhafazakâr sınıf, lüks tüketimde seküler elitleri geçti…
Bir dönem salt “hakikati” arayanlar, bugün sadece para-güç aramaktadır!
Ali Babacan’ı unutmadım…
Manevi alarm duyulmuyor
Evet soru şu:
Ali Babacan, muhafazakâr iş dünyasından beklediği desteği neden bulamadı? Dediğim gibi yanıtı, salt kültürel değerlerin değişmesi boyutuyla ele alacağım:
Turgut Özal ile başlayıp Erdoğan ile süren muhafazakâr iktidarlar, ahlaki idealizmi erozyona uğrattı.
Zenginleşen yeni muhafazakâr elit, siyaseti “çıkar ilişkisi” temelli yaşamaya başladı. Dava unutuldu; “dindarlık” söyleminin içi boşaltıldı. Ahlâkın yerini “verimlilik”/çıkar aldı!
Muhafazakâr iş dünyası bile, birbirine eskisi gibi güvenmemeye başladı, dayanışma kalmadı, insan ve ticari ilişki ağları ahlâken çok zayıfladı, kibirleniş arttı.
Muhafazakâr STK’ların salt ticari ağlara dönüştüğü, cemaat ve camiaların ticaret aktörü olduğu, manevi dayanışmanın yerini çıkar dayanışmasına bıraktığı, idealler yerine ihale bulmanın konuşulduğu, yani kurumsal ahlakın çöktüğü bir dönemde, “dürüstlük”, “liyakat” benzeri sözler sarf eden Ali Babacanların muhafazakâr camiadan karşılık bulmaması şaşırtıcı mı?
Ali Babacan’ı bilinen “sembol isim” diye örnekledim. Yoksa asıl üzerinde durmak istediğim; dindar zenginleşmesinin yarattığı sınıfsal uçurum derinleşmekle kalmadı, maneviyat kullanabilir araca dönüştürüldü!
Kimse görmüyor mu: İslami değerlerin, kavramların değeri çürütüldü. Kul hakkı affedilir oldu.
Böylece dindarlığın toplumsal etkisi azaltıldı. Manevi otoritelerin inandırıcılığı eridi. Bunca yılda dindarlık, derinleşmedi, yüzeyselleşti…
Bakınız: Ekonomik kriz geçer, siyasi kriz geçer ama ahlaki kriz geçmez, toplumu çökertir.
Evet, ülkede ahlâki deprem yaşanıyor...