Bir Alman hukukçunun göz yaşartan sözleri!

Geçtiğimiz pazartesi günü kaleme aldığım “Zor iştir Türk olmak” başlıklı yazım ilginç ve de gözlerimi yaşartan tepkileri de beraberinde getirdi…

Türk siyasetinin efsane milletvekillerinden biri olan değerli Kemal Anadol aradı mesela; o yazımda sözünü ettiğim. Türkiye’ye sığınan Musevi asıllı bilim insanlarından birinin ülkeye olan sevgisi ve minnettarlığı nedeniyle Türk yurttaşlığına geçmeye karar verip bunu gerçekleştirdiğini ancak sonrasında epey zorluklar çektiğini hem maaşının yarıya düşürüldüğünü hem de lojmanından çıkarıldığını anlatmıştım! Ne olduğunu anlayamayan profesör, bunun nedenini sorduğunda verilen yanıt şöyle olmuştu:

-Herr profesör, Türk olmak kolay değil!

Sergili Anadol, o kişinin Nazi zulmünden kaçarak Türkiye’ye sığınan dünyaca ünlü hukukçu Ernst Eduard Hirsh olduğunu söyledi… Yaşamından bazı kesitler anlattı ve gözlerimi yaşartan çok önemli bir ayrıntıyı da paylaştı.

Bunun üzerine Hirsch’in yaşamını araştırdım ve Anadol’un anlattıklarının tamamen doğru olduğunu, 19 yıl Türkiye’de kalan bu müstesna adamın ülkemize çok büyük katkılar yaptığını gördüm…

-Gelin bu müthiş adamın hayatına birlikte bakalım…

Boğaziçi’ne sığınan bir Alman!

Almanya’da iktidara gelen Naziler 1933 yılından itibaren kısa sürede “Arileştirme” faaliyetleri başlamış ve ülkede tansiyon iyice artmıştı…

1931 yılı başında, Göttingen’de vekaleten hocalık yaptığı sırada Frankfurt (Main) asliye ve Sulh Mahkemesi’ne tayin edilen Hirsch, aynı anda iki işi birlikte yürütmeye başlamıştı. Tam 26 ay sonra, Yahudi Boykotu gününden iki gün önce hakimlik görevinden azledildi Hirsch, pek çok girişimde bulundu ancak Nazi yönetimi kararını vermişti bir kere!

Bunun üzerine vatanını terk etme kararı alan genç akademisyen, Hollanda Amsterdam Üniversitesi tarafından beklediği daveti aldı.

Ancak kısa bir süre sonra Tıp Profesörü Philipp Schwartz’dan yaşamını kökünden değiştirecek bir telefon geldi. Schwartz, o tarihlerde kuruluş çalışmaları süren İstanbul Üniversitesi’nde Ticaret Hukuku Kürsüsünü teklif ediyordu…

Darülfünun’dan yepyeni bir İstanbul Üniversitesi yaratılması fikri aslında Atatürk’ün yıllardır emek verdiği bir konuydu. Daha 1931 Meclis açılış konuşmasında aynen şöyle demişti büyük devrimci:

-Ya bir üniversite kuracağız ya da yok olacağız!

Ve bu projeye aralarında Hirsch’in de bulunduğu birçok Alman bilim adamı katılacaktı. Hepsi vatanlarından ayrılmak zorunda kalmıştı ve Avrupa’da sığınacak bir yer ararken kendilerine kucak açan Atatürk Türkiye’sine minnetle koşacaklardı…

Hirsh, İsviçre Büyükelçimiz Cemal Hüsnü’nün imzasını taşıyan sözleşmeye imza atarak uzun bir tren yolculuğu sonunda İstanbul’a vardı. İlk kez gördüğü Boğaziçi’ne derin bir aşkla bağlandığını tüm hayatı boyunca tekrarlayacaktı!

“Ne mutlu Türk’üm diyene!”

Hirsch’in ilk günleri tam da Cumhuriyetin 10. Yıl kutlamalarına rastlamış ve Dolmabahçe’deki bayram kutlamasına davet edilmişti… Saraya ulaşıp taht salonundan içeri adımını attığı an sonradan anılarında yazdığı şu hislerle dolacaktı:

-Ve işte ben, kendi Alman vatanında Yahudi olduğu için hor görülen, “aşağılık” bir ırka mensup olduğu için işgal ettiği makamlardan kovulan, evini yurdunu terk edip yabancı ülkelere kaçmak zorunda bırakılan ben, bir zamanların taht salonu olan bu salonda saygıdeğer bir Alman profesör sıfatıyla hazır bulunmaktayım!

Hirsch’in bu duyguları zamanla büyük bir sevgiye dönüşecek, iki yıl içinde Türkçeyi anadili gibi öğrenecek ve derslerini bu dilde vermeye başlayacak bu büyük başarı gazetelere haber bile olacaktı! Öyle ki, arkadaşlarına, çevresine söyle diyecekti:

-Artık rüyalarımı bile Türkçe görüyorum!

Ve 1943 yılında aynı zamanda eski bir öğrencisi de olan İstanbul baş hukuk danışmanı beş yıl önce yaptığı vatandaşlık başvurusunun kabul edildiği haberini verdiğinde ise dudaklarından Atatürk’ün şu sözleri dökülecekti:

-Ne mutlu Türk’üm diyene!

Hirsh, İstanbul Üniversitesi’nin kuruluşundan birkaç yıl sonra Ankara Üniversitesi’nin oluşturulması için Ankara’ya davet edildi. Burada da büyük katkılar yaptı. Tam da 2. Dünya Savaşı’nın bittiği 19 Ağustos 1945’te bir oğlu dünyaya geldi. Türk vatandaşı olmanın bir nişanesi olarak evladına şu ismi koyacaktı;

-Enver Tandoğan Hirsch!

Hukuk tarihimizin bu yıldız ismi 1952’de geçici ders vermek için gittiği Hür Berlin Üniversitesi’ne rektör seçildi ve Almanya’da kaldı. Ancak Türkiye ile ilişkilerini hayatını yitirdiği 1985 yılına dek hiç koparmadı.

-Hiç sıkılmadanTürk mü yoksa Türkiyeli mi” tartışmalarının yapıldığı bu günlerde Ernst Eduard Hirsch’in önünde saygıyla eğiliyorum…

SON DAKİKA HABERLERİ

Ümit Zileli Diğer Yazıları