İşbirlikçiler (4)
İşbirlikçiliğin ve soysuzluğun resmini çizmeyi sürdürüyoruz...
Önceki yazımda, Türkiye’yi, deyim yerindeyse, “babalarının çiftliği” gibi tepe tepe kullanan Alman vakıflarından söz etmiştim. Alman sosyolog Ute Paschner’in deyimiyle, “devlet finansmanlı çok özel NGO” olarak bilinen bu vakıfların Türkiye’deki “çok renkli” hizmetlerinden örnekler vermiş, bir takım “gazetecileri” nasıl eğittiklerini(!) anlatmıştım.
Asıl önemlisi; hangi taşı kaldırsanız altından çıkan “Sivil Toplum Örgütü-NGO” yaftalı bu Alman vakıflarının “hizmetlerinin” kamuflaj olmayan bölümleri, yani siyasi içerikli kısımlarıydı! Dün bu vakıfların “asıl programlarının” ilk maddesini yazmıştım. Anımsayalım: “Kemalizm’in iflas ettiğini, Türk devletinin yapay ve uyduruk bir devlet olduğunu kanıtlamaya yönelik etkinlikler!”
Türkiye için böylesine ulvi(!) duygular taşıyan vakıfların, yukarıda belirttiğim maddeyi yaşama geçirmek adına müthiş stratejiler geliştirdiğini de anlatmıştım. Bunları da kısaca anımsayalım ki, senaryo iyice anlaşılsın: “Kürtçü ve İslamcı gruplarla Almanya arasında köprü kurmak ve Türkiye’de bu konuların tartışılmasını sağlamak. Alevilerle özel olarak ilgilenip gerektiğinde konuyu Kürt sorununa kaydırmak!”
-Ne “ince” planlar değil mi!
Gelelim bu vakıfların asıl programlarının diğer maddelerine:
2) Türkiye’de yerel yönetimlere işlerlik kazandırmak amacıyla, Almanya’da adı var kendi yok federal sistemi Türkiye’ye tanıtmaya yönelik etkinlikler. Friedrich-Naumann Vakfı “federalizmi” tanıtma çabalarını genellikle Batı Anadolu’da yürütürken, Yeşiller hareketinin Heinrich Böll vakfı federal yönetimin nimetlerini(!) Doğu Anadolu konusunda gündeme getiriyor. Alman sosyal demokratların Friedrich-Ebert Vakfı daha “global” bir yaklaşımla “Türkiye’de sivil toplumun kurulabilmesi” için çaba gösteriyor! Sağcı çizgideki Konrad-Adenauer Vakfı ise Türkiye’de “İslam’ı demokrasiyle barıştırmak” adına büyük projelerle uğraşıyor!
Böylesine “ulvi” amaçlar peşindeki bu vakıflar, yukarıda saydığımız programı gerçekleştirmek için kucak dolusu parayı da gözünü kırpmadan harcıyor! Programlarındaki federalizm sözcüğünün karşısına “Sevr”, İslam’la demokrasiyi barıştırma amacının karşısına da “ılımlı İslam” istemini koyduğunuzda her şey berraklaşıyor. “Bu vakıflar nereye koşuyor?” sorusunun yanıtını “şıp” diye buluveriyorsunuz!
3) Bu madde “tamamlayıcı” özellik taşıyor. Üstelik en mide bulandırıcı olanı! İlk iki maddenin eksiksiz ve başarılı bir şekilde yaşama geçirilmesi için “yerli köprü başları oluşturmak!” olarak nitelendirilebilir. Almanya’ya davet edilen Türk akademisyenleri, aydınlar, burs verilen doktora öğrencileri, eğitimden geçirilen “gazeteciler” vakıf şubelerine alınan Türk elemanlar için ödenen Alman “kalkındırma yardımı!” her yıl katlanarak artırılıyor.
Yurt dışında eğitim gören, burs alan ya da araştırma yapan, ders veren herkesi bu kategoriye sokmuyoruz tabii ki; ancak yabancı örgütlerin ya da devletlerin “yerli köprü başları oluşturmak” için kesenin ağzını nasıl açtıklarını, işbirlikçileri nasıl ayarladığını gayet iyi anlıyoruz!
Sırada bu vakıfların “altımızı oymak” için neler yaptıkları, Mustafa Kemal’e ve Türkiye’ye nasıl saldırdıkları var. Cumartesi günü “İşbirlikçiler” başlıklı yazılarımın son bölümünde buluşmak üzere...