Karşılıklı gönderilen füzeler ve roketler sonrasında azıcık da olsa kalan akıl sanki işe yaramış gibi…
Yani taraflar ve 3. şahıs Donald Duck amca “Ateş kes sağlandı” diyor…
Oysa görünen o ki; Ortadoğu dizisi kaldığı yerden devam ediyor...
Sezon finalinde, “kim kime füze attı, kim kime roket gönderdi, kim elindeki tespihi masaya vurdu” derken yine o klâsik sahneyi izlemeye hazır olun:
“Kazanan yok ama kaybeden çok...”.
***
Her bölüme sponsor, gerekirse yönetmen, bazen de başrol oyuncusu olarak katılan ve her seferinde sloganı: “Demokrasiyle Vururuz” olan Amerika, Orta Doğu’daki her düğüne önce İHA ile katılıyor...
Sonra, füze atarken özgürlük, eşitlik ve barış paketini de birlikte gönderiyor...
Daha sonra da Pentagon açıklama yapıyor:
“Biz sivilleri hedef almadık, siviller bizim hedefimizin yakınındaydı.”
***
Dizide İsrail: Ortadoğu’nun Savunma Bakanı…
Füze atmakta, savunma sistemi satmakta üstüne yok...
İran’a gelince: Direnişin olağan senaristi...
Her roketin üzerine: “Filistin’e selâm” yazıyor ama İsrail’e gidip gidemedikleri muamma…
Dedi ki:
“Bürokrasi ve iktidar tarafından bizi korumak adına ne kadar fikrin yok edildiğini asla bilemeyeceğiz…”.
Joseph Sobran
Not düşeyim:
Her atılan roket, bir fatura demek olduğuna göre:
ABD ve Avrupa savunma sanayi hisseleri tavan yaptı...
Eli oklavalı herbokalog uzmanlar ise TV kanallarından yine malı götürdü…
Bazı siyasetçiler de dış düşman varken iç mesele konuşulmayacağı için en kazançlı çıkanlardan oldular…
***
Bu süreçte diplomasiye Fatiha okundu, uluslararası hukuk komaya sokuldu…
Geri zekâlı ve bencil hesapçı politikacıların yönettiği bombalaşmalarda:
Siviller, canlarını, evlerini, işlerini; çocuklar babalarını, kadınlar kocalarını, toplum geleceğini kaybetti ve:
Her patlamada gerçek barış umudundan, bir adım daha uzaklaşıldı…
***
Sözümün özü canlarım: dünyanın bir kısmı roketle kahvaltı yaparken…
Diğer kısmı hâlâ yiyecek ekmek bulamıyor…
Füze savaşında düğmeye basanlar değil, çocuklarının üstünü örtmeye vakit ve yorgan bulamayan anneler kaybediyor...
Bilgece bir öğüt
“A haris adam, doyacak kadar ye, hatta yemeğin helva ve paluze olsa bile” diyen Mevlânâ, sadece mistik bir şair değil, aynı zamanda insan nefsinin ve iç dünyasının derinliklerine nüfuz etmiş bir bilgeydi…
Onun bu sözü, ilk bakışta bir beslenme öğüdü gibi görünse de gerçekte, nefis terbiyesi ve maddi hırsların sınırlandırılması üzerine derin bilgece bir öğüttür…
Ne yazık ki politikacılar ve muhteris egemenler bu özlü sözdeki irfanı hiçbir zaman görememişlerdir…