Benim kuşağım, Ömer Seyfettin’in “Nadan” isimli hikâyesini mutlaka okumuştur…
Günümüzden 115 yıl kadar önce yazılan öykü tam bir ders niteliğindedir…
Nüfusunun sadece % 4’ünün okuma yazma bildiği Osmanlı döneminde geçen öykü; cehaletin karanlığında, padişahın kulu olarak yaşayan bir toplumu anlatır… Çocukluk dönemimde okuduğum hikâye:
Bizi özgürleştiren, Padişah’ın kulu olmaktan çıkarıp yurttaş yapan Büyük Atatürk’e olan saygımı ve sevgimi bir kez daha perçinlemiş, pekiştirmişti…
***
Hikâyenin anlatıcısı, bir dost meclisinde karşılaştığı “nadan” (cahil) bir adamın tavırlarını gözlemliyordu…
Bu adam, bilgisizliğini gizlemek şöyle dursun, onu bir meziyet gibi ortaya koyuyor… Sohbetin içeriğini anlamadığı hâlde konuşmalara müdahil oluyor, düşünmeden konuşuyor, karşısındakini dinlemeden yargılıyordu...
Ömer Seyfettin bu karakter aracılığıyla, cehaletin yalnızca bir bilgi eksikliği değil, aynı zamanda bir zihniyet sorunu olduğunu, kibirle birleştiğinde nasıl yıkıcı bir güce dönüştüğünü de gösteriyordu... Hikâyedeki nadan karakterinin kendine duyduğu güven, onun gelişime tamamen kapalı olmasına yol açıyor, bu da sadece bireysel değil…
Toplumun düşünsel ilerlemesini de engelleyen bir sorun olarak ortaya çıkıyordu…
Seyfettin’in bu hikâyeyle dikkat çekmek istediği nokta:
Toplumda böyle insanların varlığının ne kadar tehlikeli olabileceğiydi...
Öykü, bilgisizliğin bir eksiklik olduğunu fakat bunu fark etmeyip övünç kaynağı hâline getirenlerin, gelişimin önündeki en büyük engel olduklarını anlatıyordu...
Günümüze gelince…
Israrla az gelişmiş olmakta direnen ülkelerde seçmen çoğunluğunun cehaleti, yalnızca hukukun üstünlüğü ilkesi için değil, demokrasinin geleceği için de bir tehdit…
Seçmen çoğunluğumuzu, bu tehlikeleri gören ve halkımızı çağdaş medeniyetler seviyesinin de üstüne çıkarmayı hedefleyen siyasi kadroları seçmeleri gerektiğine ikna etmeliyiz…
***
Sözümün özü; cehaletin, bireyin ve toplumun üzerinde yıkıcı bir etki yarattığı acı bir gerçektir…
İnanca, bilgiden ve bilimden daha çok değer veren… Sorgulamayan ve gelişime de kapalı bireyler sadece kendilerine değil: Çevrelerine de yakıcı ölçekte zararlar veriyor
Benim abim kodu mu oturtur
Kaynakları sınırlı, nüfusun dörtte üçü yoksulluk ve hatta açlık sınırında yaşıyor, eğitim düzeyi düşük… Bu kısa tanım, az gelişmiş ülke insanlarının en net tanımıdır… Bu insanlar daha çok, hayatta kalma mücadelesi verir… Bu mücadele, toplumsal düzeyde çatışma ve bireysel düzeyde şiddeti körükler… Bu toplumlarda tartışma (Münazara/müzakere) yerine fiziksel ya da duygusal çatışma daha yaygındır…
Alternatif iletişim biçimlerinin gelişmediği, hukukun işlemediği, adaletin sağlanamadığı bu toplumlarda insanlar, fikirlerini şiddetle dayatma; sorunlarını şiddetle çözmeye yönelirler...
Bazı ülkelerde milliyetçilik, mafya kültürü veya “erkeklik” mitosu gibi yapılar, kavgayı yüceltir… “Benim abim kodu mu oturtur” repliği mizahi oyunlara konu olur… Burada sorun “kavgayı, çatışmayı, gerginliği sevmek” değil…
İnsanların sorunlarını çözebilecekleri barışçıl ve âdil yolların bulunmamasıdır…