Türkiye’de bir süredir resmi söylemin merkezine yerleşen “Terörsüz Türkiye” vizyonu, kulağa hoş geliyor...
Şiddetin durduğu…
Annelerin ağlamadığı…
Gençlerin dağa değil okula gittiği bir ülke...
Kim karşı çıkabilir buna?
Ancak sevgili okurum…
Bu başlık ne kadar sahiciyse…
Bir o kadar da kurnaz...
Zira sorulması gereken asıl soru şu:
Gerçekten barışa mı gidiyoruz, yoksa bir suskunluk rejimine mi?..
Huzurlu mu yoksa?
Barış dediğiniz şey sadece silahların susması değildir…
Barış, adaletin sesidir…
Barış, kültürlerin nefes almasıdır…
Barış, korkusuz konuşma hakkıdır…
Barış, polisten dayak yemeden miting düzenleyebilme özgürlüğüdür…
Eğer bir ülkede şiddet yok ama fikir de yoksa:
O ülkeye “huzurlu” değil, “içine kapanmış” denir…
***
Peki bugün olan ne?..
“Terörsüz Türkiye hedefine hızla ilerliyoruz” propagandası altında:
Kayyumlar atanıyor…
Seçilmişler hapse atılıyor... Sivil siyaset daraltılıyor… Dil, kimlik ve kültür talepleri bastırılıyor…
Ve adına: “Terörsüz Türkiye” deniyor… Bu barış değil; denetimli bir sessizliktir...
Çözüm var mı?
Yani Türkiye son günlerde dolaştırılan bir makalede tanımı yapılan “yavaş savaş” evresinde:
Açık çatışma yok ama açık çözüm de yok…
Şiddet değil, yok sayma politikası yürürlükte…
Tıpkı ailedeki bir tartışmanın, “bağırma ayıp” diye bastırılması gibi…
Ev sessiz ama aile bireyleri mutlu değil...
Çocuklar kavga etmiyor fakat kimse göz göze gelemiyor...
İşte “Terörsüz Türkiye” dediğimiz tablo da buna benziyor...
Aklımızla alay edilmesin
Devletin meşruiyeti, sadece şiddeti durdurmakla değil, adaleti kurmakla ölçülür…
Eğer biri silâh bırakıyor ama diğerinin oy hakkı gasp ediliyorsa…
O durumda susturulmuş bir toplumu, barış toplumu diye yutturmak:
En hafifinden akılla alay etmektir…
Türkiye gerçek barışa ulaşmak istiyorsa, önce şunu kabul etmeli:
Barış, yalnızca devleti değil, halkı da rahatlatmalı…
Yoksa biz, terörsüz bir Türkiye’ye değil,
Konuşmaktan korkan bir Türkiye’ye uyanırız…
Ve bilin ki o Türkiye, silâhsız bile olsa, barışın toprağı değil; baskının zeminidir…