Amerika Birleşik Devletleri Başkanlarından Theodore Roosevelt, siyasi müzakerelere gerçekçi yaklaşımıyla bilinir… Bunu anlatan sözlerinden biri şöyle:
“Güçle desteklenmemiş, ağzı süt kokan haklılık, haklılıktan yoksun güç kadar kötü ve hatta ondan daha çok zararlıdır…”. (Henry Kissenger. Diplomasi. Sayfa 25. İş Bankası Kültür Yayınları.).
Bu cümle, bir çağın vicdanına yöneltilmiş bir uyarı gibidir…
Özellikle de Lord Byron gibi romantik şairlerin hayal ettiği o saf, duygusal barış ideallerine…
***
- Yüzyılın başları… Avrupa, Napolyon Savaşları’nın yıkımından yeni çıkmıştır...
Bir yanda endüstrileşen, hızla değişen bir dünya; diğer yanda, bu gürültüye karşı doğaya, aşka ve insanın içsel özgürlüğüne sığınan romantikler…
Lord Byron meselâ, (Ergenlik çağımda beni en çok etkileyen şair.) aklın yerine duyguyu, çıkarın yerine vicdanı koymak istedi…
Ona göre barış, insanın özündeki iyiliğe inanmakla gelecekti (Halâ o inancımı korumak istiyorum.) ama Roosevelt, 20. yüzyılın başında, güç dengeleri ile yoğrulmuş bir dünyada, bunun “tehlikeli bir saflık” olduğunu düşünüyordu…
Güç olmadan idealler korunabilir mi?
Aslında Roosevelt, idealizmin karşıtı değildi fakat, onun için adalet, sadece iyi niyetle değil, sorumluluk ve güçle korunabilirdi…
Byron’un “soylu asi” bireyine karşı, Roosevelt “sorumlu vatandaş” olma gereğini öne çıkarır ve tavsiye ederdi... Yani, haklı olmak yetmezdi…
O hakkı koruyacak cesarete ve arkasında bir iradeye sahip olmak gerekirdi...
***
“Çünkü” diyordu Roosevelt, “haklılık güçsüzse, hakikati savunamaz; hatta kötülüğe alan açar…”.
Roosevelt’in bu sözü, modern dünyanın çelişkisini özetler:
İdealler olmadan yaşam anlamsızdır; ama güç olmadan da idealler korunamaz ki...
***
Romantikler, barışın insan doğasında zaten var olduğuna inanmışlardı…
Roosevelt ise insan doğasının hem iyilik hem de yıkım potansiyelini barındırdığını biliyordu...
Bu yüzden onun barış anlayışı, silahsız bir teslimiyet değil, disiplinli bir kararlılıktır…
Barış, işte o ince dengede mümkün olur
Bugün hâlâ aynı ikilem içindeyiz: İdealler mi, gerçekçilik mi?.. Saf vicdan mı, stratejik güç mü?
Uluslararası ilişkilerden kişisel hayatımıza kadar…
Barış arayışında Roosevelt’in uyarısı hâlâ geçerli:
Eğer sadece iyi niyetle hareket edersek, karşımıza çıkan güçlerin bizi ezmesine davetiye çıkarırız…
Ama sadece güçle yaşarsak, o zaman biz de ezici olanın tarafına geçeriz…
***
Ömrüm, Byron’un kalbini Roosevelt’in iradesiyle birleştirebilmek hayaliyle geçti, geçiyor…
Oysa artık biliyorum ki; duygularımın derinliğini, sorumluluğumun ciddiyetiyle dengelemek zorundayım zira barış ancak:
İşte o ince dengede mümkün oluyor… Ya da şöyle:
Haklılık güçle birleştiğinde, sadece korunan bir değer değil, inşa edilen bir gelecek haline geliyor…
***
Ne dersiniz?.. Özgür Özel ağzı süt kokan haklılığını sahip olduğu gücü ile kanıtlayabilir mi?..
Yoksa, “düşman” gördüğü tarafın kinini ve öfkesini pekiştirerek “mağdur” rolünü oynamaya devam eder mi?..