Jeannie, Chanan, Djanan…

Bize göre, Canan

Canan Gerede’nin anı kitabı çıktı: Devrim Çiçeği

Osmanlı sarayından çıkan bir ailenin öyküsü ile başlıyor kitap…

Her sayfasında insanı şaşırtacak ne çok bilgi var.

Dadılar ile büyüyen Canan, 15 Mayıs 1948’de New York’ta doğdu. Sonra, üç yaşında Ankara Kavaklıdere günleri…

Baba büyükelçi, Vafi ailesi Ankara’dan sonra Atina, Londra, Buenos Aires, Tayvan, Caracas ile sürüp gidiyor…

Caracas’ta üniversiteye giriyor; American Academy of Dramatic Arts.

İlk sevgili bu okuldan; Rolando Pena, yıllar sonra Andy Warhol’un New York ekibine aldığı “siyah prens” dediği sanatçı…

Canan, New York’ta oyunculuk derslerini sürdürüyor. Tanınmış Amerikalı sanatçı Ronald Chase, Canan ile deneysel film çektiği gün, Başkan Kennedy’ye suikast yapıldığı gündü…

Türkiye’ye dönüşünde dönemin tanınmış yönetmenlerine gidiyor ve hep aynı yanıtı alıyor; “Oyuncu olarak Türk tipi değilsin, halk seni kabul etmez.”

Canan, genç yaşında babasının arkadaşı Yaşar Kemal ve Elia Kazan ile tanışıyor, hiç kopmuyor.

Ayla Algan, Gülriz Sururi, Engin Cezzar, Muhsin Ertuğrul, Vasfi Rıza Zobu gibi sanatçılar ile sık görüşüyor. Tiyatrolarda asistanlık yapıyor.

Ve film sektörüne giriyor…

Che’nin yanına gitme planı

Babası, Yeşilçam’ın eskilerinden Robert Kolejli Ali Çakuş’un Mar Film şirketinin, o dönemin tanınmış film yönetmeni Tony Richardson’ın Ankara’da çekeceği filmin yürütücü yapımcılığını yapıyor…

Canan Gerede (ve arkadaşı Emine Uşaklıgil) bu ekibe dahil oluyor.

Filmin başrol oyuncularından Vanessa Redgrave, hem ünlü İngiliz oyuncu Sir Michael Redgrave’nin kızı hem de yönetmen Richardson’ın eşiydi.

Vanessa, filmin çekileceği Ankara’ya oyuncu olarak kardeşi Corin Redgrave’i de getiriyor. Ki Corin, aynı zamanda İngiltere’de Troçkist İşçi Devrimci Partisi lider kadrosundaydı. Ki ablası da bu partinin üyesi…

Canan ile Corin birbirlerini ilk gördüklerinde aşık oluyor.

Filmden sonra Canan, aşkının peşinden Londra ve New York’a gidiyor. Fakat, -daha sonra yeniden başlasa da- ilişki yürümüyor ve Canan, New York’ta Andy Warhol ile çalışan sevgisi Rolando Pena’ya dönüyor.

O günlerde sevgilisinden gizli bir teklif alıyor:

- “(Fransa’daki 68 Kuşağı liderlerinden) Regis Debray ve birkaç devrimci arkadaş Bolivya’ya Che’ye desteğe gidiyor, biz de gidelim mi?”

Heyecanlanıyor Canan. Plan yapıyorlar. Regis Debray gidiyor ama Canan ile Rolando gidemiyor; Che’nin ölüm haberini alıyorlar…

Canan apar topar Paris’e dönüyor, arkadaşı Nur Vergin aracılığıyla eşi Dr. Selçuk Gerede ile tanışıyor, 1968’de evleniyor.

Eşinin Birleşmiş Milletler Cemiyeti’ndeki görevi sebebiyle New York’a taşınıyorlar; Ahmet Ertegün, Arif Mardin ve onların ünlü çevresiyle ve o dönem bu şehirde yaşayan İdil Biret ile arkadaşlık yapıyorlar.

Ancak Canan’ın içindeki sinema ışığı sönmemiştir. İstanbul’a dönüyor ve Yeşilçam’dan içeri adımı atıyor…

“Dikkat et CIA ajanı”

Atıf Yılmaz, Ömer Kavur, Zeki Ökten, Erden Kıral gibi yönetmenler ile çalışıyor.

Hayatının önemli sürprizlerinden birini, Paris’te “Afrique Asie” dergisi sahibi radikal solcu arkadaşı Simon Malley ile yaşıyor. Malley:

- “Cezaevinde yatan bir yönetmeniniz var, adı Yılmaz Güney. Onunla röportaj yapmanı istiyorum.”

Canan Gerede ile Yılmaz Güney’in, Toptaşı Cezaevi’nde tanışmaları böyle başlıyor. Hiç de kolay sürmüyor. Ki Yılmaz Güney’e Canan’ın “CIA ajanı” olduğunu bile söylüyorlar.

Canan Gerede cezaevindeki yönetmen için neler
yapmıyor ki:

- Yılmaz Güney ile röportajlar yapıp New York Times vd. yayınlatıyor.

- Güney Film’de çalışmaya başlıyor.

- “Sürü” filminin dağıtımını (Nihat Behram ve Şükrü Avşar ile birlikte) yapıyor.

- Elia Kazan’ın hapishanede Yılmaz Güney’i ziyaretini sağlıyor. Neler neler…

Ve günün birinde Yılmaz Güney, Canan’a “beni cezaevinden kaçır” diyor… Gözü kara Canan bunu yapıyor. Ayrıntıları yazmayayım, kitaptan okursunuz…

Canan Gerede’nin daha sonra sinema yönetmenliği dönemi başlıyor. Öyle ki 1995’te Antalya Altın Portakal Festivali’nde (Şarkıcı Bergen’in yaşamını konu alan) “Aşk Ölümden Soğuktur” filmiyle en iyi yönetmen ödülü alıyor. Ödülün anlamı; festival tarihinde bu ödülü ilk kez bir kadın yönetmenin almasıydı…

Canan Gerede çok çalışkan durmak nedir bilmiyor; Abidin Dino belgeseli bile çekiyor.

Karşınızda hayli güçlü,
hayat sevinciyle dopdolu bir kadının portresi var. Hayata öyle sıkı sarılı ki, kanseri bile yeniyor.

Canan Gerede’nin yaşam öyküsünü bir solukta okudum. İnsanı okumak, okuyanı zenginleştirir.