Orta Çağ’da zaman an’dır, geçmişle/tarihle ilgisi yoktur.
Oysa, geçmiş, uyarma sistemi görevi yapar.
Somuta bakmak istiyorsak, olgunun evvelini bilmeliyiz. Ki:
Kolaya hiç meyilli olunmamalı, cehalettir çünkü.
Barışla aldatma oyununa gelmemek lazım…
Başlayabilirim:
Bu köşede şunu yazdım; Devlet Bahçeli’nin milli çözüm sürecini önemsiyorum. Ve ancak:
Çocuk değiliz, biliyoruz ki, saflık bedel ödetir!
Tartışmamız muhakkak, uyarı sistemini harekete geçirmek şart…
Geçmiş dönem, AKP-FETÖ-dönek solcu liberal ittifakının dilinden “siyasi vesayet” sözü düşmedi. Yani sivil siyasi iktidarı, belli bürokratik denetleme mekanizmaları sınırlamaktaydı.
Bu algı yaratma etkinliği hem medya hem siyaset, hem de sivil toplum ve akademi kanalıyla sürdürüldü. Ayrıca Carnegie, Brookings gibi uluslararası kurumlardan-emperyalist ülkelerden büyük destek aldılar…
“Askeri vesayet” ile mücadele kampanyası, çok aktörlü projeydi ve kamuoyuna sürekli demokratikleşmeye ulaşılacağı propagandasıyla yürütüldü…
Ardından ne oldu?
Ergenekon kumpası başladı.
Balyoz kumpası başladı.
Poyrazköy kumpası başladı.
Askeri casusluk kumpası başladı.
Kozmik oda kumpası başladı. Vd.
Türk Silahlı Kuvvetleri, tarihinin en büyük manipülatif saldırısı ile karşı karşıya kaldı.
Gözaltına alınan askerlere özel savcılar şunu söyledi; “dediklerimizi söyleyin şu kapıdan çıkıp gidin.” Mehmetçik’i esir almayı hedefleyen soysuzlaştırma operasyonuydu bu...
Buraya virgül koyalım.
Birinci aşama: Cumhuriyetin ordusunu tasfiye
Ergenekon-Balyoz vd. kumpas döneminde kiminin “Demokratik Açılım”, kiminin “Milli Birlik ve Kardeşlik Projesi” adını verdiği PKK açılım süreci başlatıldı...
AKP-FETÖ-dönek solcu liberal ittifaka göre, Kürt sorununda demokratik adımlar atabilmek için önce askeri bürokrasinin, özellikle de Genelkurmay’ın siyasetteki ağırlığı azaltılmalıydı: “Barış, askerin etkisiz olduğu Türkiye’de ancak mümkün olabilirdi!”
PKK açılımı, sivil siyasetin güçlenmesine ve askeri vesayetin sona ermesine bağlıymış gibi sunuldu. Sonra neler oldu hatırlayınız:
İmralı’da Öcalan ile MİT görüşmeleri başladı. Ki Oslo’da PKK ile buluşmalar daha önce başlamıştı…
BDP milletvekilleriyle İmralı’da buluşan Öcalan, Nevruz’da “silahlı mücadele dönemi sona erdi” mesajı verdi.
İmralı’dan sonra BDP milletvekilleri Kandil’e gidip gelmeye başladı.
PKK Türkiye’den çekilme kararı aldı. Habur sınır kapısından 34 PKK’lı gelip teslim oldu, salıverildiler…
Çözüm süreci meşruiyet zeminine oturtulmaya çalışıldı: Anayasa değişikliğini içeren referandum sandıktan geçti…
TBMM’de yasal değişiklikler yapıldı…
Akil insanlar heyeti kuruldu, bölgeye gönderildi...
KCK davalarından tahliyeler başladı...
BDP adını değiştirdi...
“Dolmabahçe Mutabakatı” açıklandı…
Sonra genel seçimler yapıldı, AKP Kürtlerden umduğu desteği bulamadı. Açılım sürecine son verildi...
Bunları biliyorsunuz, peki niçin bugün bunları hatırlatma ihtiyacı duyuyorum?
Bence o dönem açılım süreci başarılı oldu;
“barış çözümü”, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin tasfiye edilmesi için örtü vazifesi gördü! Maksat hasıl oldu.
Gelelim bugüne…
İkinci aşama: Cumhuriyetin partisini kuşatma
Bugünlerde Cumhuriyetin kurucu partisi CHP hedefte!
Genel başkan değiştiren kongre yargıda…
Umut görülen belediye başkanları hapiste…
Ne tesadüf, yine yeni PKK açılım süreci yaşıyoruz!
Pekala: PKK barış süreciyle birlikte Cumhuriyetin diğer “kalesi” CHP’nin başına gelenleri rastlantı diyebilir miyiz? Günümüzdeki çözüm süreci, yeni bir tasfiye aracına kılıf mıdır; bu kez hedef CHP midir?
Bu sebeple mi CHP siyasi olarak yalıtılma baskısı altına altındadır?
Yani:
İlkinde, TSK…
İkincisinde, CHP…
Ulusalcı-Kemalist iki yapı, barış dezenformasyonu ile hedeftedir…
Bu iki olgu arasında ilişki olmadığını sanmak saflıktan öte, siyasetin doğasını göz ardı etmektir…
PKK çözüm süreci ile CHP’nin yaşadığı yargı süreçleri, AKP iktidarının siyasal alanı dizayn etme stratejisinin parçası olarak nasıl görünmez?
Günümüz çözüm süreci, nasıl ki geçmişte TSK’yı tasfiye etmek için kullanıldı ise, bugün de CHP’yi yargı yoluyla kuşatmak için araçsallaştırılıyor…
Unutmayınız ki:
PKK çözüm süreci, sadece terör ya da bir etnik sorun çözümü değil, siyasal alanı yeniden yapılandırma projesidir….
Erdoğan gizli rejim mühendisliği mi yapıyor? İslam ümmetini dile getirdiği “Türk-Kürt-Arap” söyleminin asıl amacı nedir?
Son 15 yılda ideolojiyi önemsizleştirip, dini araç yapan Öcalan’ın/PKK’nın bu hedefe itirazı yoktur:
“Nakşibendi Halidiye Cumhuriyeti.”
Devlet Bahçeli, ilk çözüm sürecinde sürekli, “açılımın tuzağına düşmeyin” uyarıları yaptı. Balyoz’dan yargılananları milletvekili yaptı. Vs.
Bugün MHP’nin “CHP’ye kayyum atanamaz” veya “iddianameler bir an önce yazılmalıdır” açıklamalarını bu açıdan değerlendirmek gerekmiyor mu?
Soru, yanıttır.
Bahçeli, gizli maksadın farkındadır; başlattığı milli çözüm sürecinin amacından saptırılmak istendiğini gördüğünü düşünüyorum...
AKP ile ortağı arasına şüphe girmeye başladı!
An’da kalamayız; dünü unutmayalım ki, bilincimiz açık olsun…