Gazeteci Ufuk Güldemir’in dün ölüm yıl dönümüydü... 18 yıl oldu, öldüğünde 51 yaşındaydı…
Tanışmamız 1997 yılında oldu; İstanbul’a gelip Star TV’de çalıştığım dönem. İlk başlarda bana soğuktu; solculukta inat ettiğimden!
O ise, 1970’lerde lise öğrencisiyken TİP’e sempati duydu ve üniversite yıllarında partinin üyesi oldu. Özallı yıllar/neoliberalizm dönemi, çok kişi gibi onu da sağa savurdu.
Çok iyi gazeteciydi ama ülkemizde tek başına başarı kıstas değil; gerek Turgut Özal gerekse Tansu Çiller ilişkileri onu genel yayın müdürlüğüne yükseltti.
Ufuk Güldemir, sınırsız piyasaya inandı; Türkiye’nin tek kurtuluşu buydu. Solculukta ısrar eden bizler dinazor idik...
Siyasi görüşlerimiz ayrıydı ama haber aşkımız benzerdi; tabu dinlemezdik. Fakat bu tavrımız, Star ve Sabah gazetesinden kovulmamıza neden oldu!
Ufuk Güldemir çalışması zor biriydi; HaberTürk TV’yi kurduğunda birlikte çalışmak istemediğimi söylediğim için bana küstü...
Hasta olduğunda barıştık. Levent’teki evinde söylediği sözleri hiç unutmadım:
- Hata yaptım; sandım ki, piyasa demokrasiyi inşa eder. Bu sebeple ülkedeki insan hakları ihlallerini görmezden geldim. Halbuki hukuk olmadan, serbest piyasa olmuyor!
Bu girişi şundan yaptım:
Bakan Şimşek’in dilinin varmadığı
Ufuk Güldemir yaşamının son döneminde gerçeği anlamıştı: Hukuksuzluğun ağır mali portresi vardı. Ekonomi ancak hukukun hakim olduğu piyasada büyüyor, gelişiyordu. Hukuk devletinin zayıf kaldığı/öngörünebilirliğin olmadığı ülkelerde serbest piyasa işlemiyordu.
Piyasa, siyasi belirsizliği sevmiyordu.
Piyasa, siyasi keyfiliği sevmiyordu.
Piyasa, adalete ihtiyaç duyuyordu.
Çünkü piyasa, sürdürülebilirlik istiyordu.
Evet, hukuksuzluk ile piyasa arasında neden-sonuç ilişkisi vardı.
Bizim gibi -demokrasinin sadece kağıt üzerinde kaldığı- ülkelerde, kendini güvencesiz gören sermaye zaten ürkekti ve olağanüstü ortamlardan ya kaçıyor ya da bekleme sürecine giriyordu.
Şeffaflığın kalmadığı piyasada sadece spekülasyon yapanlar kalıyordu.
Hukukun olmadığı yerde piyasa sadece manipülasyona açık hale geliyordu…
Ufuk Güldemir’i hatırlamamın nedeni; Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek’in dün, Dünya gazetesine verdiği röportaj oldu.
Bakan Şimşek piyasanın durum tespitini yaparak, finansmana erişimde geçici sıkılık olduğunu belirterek, “ekonomik konjonktür ve sektörlerin ihtiyaçlarına göre yeni destek paketlerini hızla devreye alacağız” dedi.
Bakan Şimşek de farkında; piyasa çok durgun, piyasa pek çalışmıyor!
Bakan diyor ki; “kredilerinin günlük limitini 13 kat artırdık, Eximbank sermayesini dört katına çıkardık…”
Bakan diyor ki; “Türkiye ekonomisi bu geçici zorlukları aşacak güç, direnç ve kapasiteye fazlasıyla sahiptir... Bu hedefe ancak hep birlikte, ortak akıl, toplumsal dayanışma ve sağduyu ile ulaşabiliriz…”
Bakan Şimşek kuşkusuz iyi niyetli; ekonomi programına ve siyasal iktidarına güveniyor ama piyasanın hukuksuzluktan etkilendiği gerçeğine değinmemeyi tercih ediyor…
Sanırım, o da Ufuk Güldemir
gibi yıllar sonra temel gerçeği
kavrayacak!
Siyasetin ikna aracı: Hukuk
Evet:
Türkiye’nin bugünkü ekonomik sıkışmışlığını sadece faiz, enflasyon, büyüme ya da dövizle açıklamak mümkün değil…
Ekonomiyi derinden etkileyen hukukun demokrasi ile bağını darmadağın eden iktidar politikalarıdır. Ki:
Hukuk, politika yürütücüsü iktidarların ne yazık ki kendine meşruiyet aradığı örtü…
Gramsci, iktidarın faaliyetine karşı çıkacak insanların hukuk yoluyla ikna edilmesinden bahsetti.
Son yıllarda ülkemizde “yargı bağımsızdır, meseleyi adli sürece bırakalım” sözünü ne çok duyar olduk...
Hukuka yapılan bu retorik vurgu, iktidarın yaptığı mistifikasyon/şaşırtma taktiği değil mi sadece?
Hangi yargıdan bahsediyorlar?
Hukuk ile politika ilişkisi ile ilgili başlıca iki bağdan bahsetmek mümkün:
İlki, yasaların yapılma süreci…
İkincisi, bu yasaların uygulanma aşaması…
İlkinden başlarsak, yasalar, devletin mi, halkın mı iradesini yansıtıyor? Yanıt belli:
İktidarın benimsediği politik çıkarı doğrultusunda hukuksal ilkeler oluşturması ve hukuksal kaynakların içeriğinin buna göre doldurulması yanlışlığın ilk adımı...
Ya yasaların uygulanması?
Hukukun “zor’un silahı” haline dönüştüğü ülkeler, hukukun üstünlüğüne gözünü kapatan otoriter devletlerdir.
Bunlar hukuku, yönetiminin çıkar aracı olarak kullanarak toplumsal sınırlar çizerek bireyler ve itibarıyla piyasayı güvencesiz bırakıyor: “Ben ne dersem doğrusu odur” anlayışı…
Uzun uzun hukuk-ekonomi ve politika-hukuk ilişkisine değinmeme gerek var mı?
Yargı sahiden bağımsız mı?
Anayasa Mahkemesi kararları dinleniyor mu?
Olağanüstü hal rejiminin devamı için hukuk araç olarak kullanılmıyor mu?
Sahi kim kendini özgür hissediyor?
Evet, ekonomik krizin önemli bir nedeni atlanıyor: Piyasa soyut mekanizma değil; somut kurallara, güvene ve adalete ihtiyaç duyuyor…