AKP’li Cumhurbaşkanı’nın “fevkaladenin fevkinde” diye adlandırdığı Beyaz Saray görüşmesi sonrasında en çok kızdığımız tavizlerden biri neydi?

-Trump’ın Heybeli Adası’nda bulunan Ruhban Okulu’nun açılması isteği!

Bizim Cumhurbaşkanı ne yanıt vermişti anımsayalım:

-Üstümüze düşeni yaparız!

Aslına bakılırsa, diğer istekler de epey okkalıydı ama bu istek ülkemizde epey tepki topladı. Niçin peki? Türkiye’nin tapu senedi olan Lozan Antlaşmasını deliyordu da ondan!

Ayrıca, Fener Rum Piskoposluğunun ekümenik yani “Evrensel” egemenliğinin de önünü açıyordu!

Haliyle hem hassas hem de “Türkiye’nin egemenliğini tehdit” açısından çok önemliydi. Rusya ile ilişkileri düzeltilemeyecek ölçüde berhava etmesi açısından da sakıncalıydı!

Lakin, ‘bu ilk miydi’ diye soracak olursanız, tabii ki hayır. 1971 yılında, devlet denetimine karşı çıkan Fener Rum Piskoposluğunun eğitime son vermesinden sonra hem Avrupa hem de ABD tarafından defalarca baskı yapıldığını tarih yazıyor!

Ben size uzun yıllar öncesinde yazılan ve Türkiye Cumhuriyeti’ne dayatılan bir AB İlerleme Raporu üzerinden göstermeye çalışayım…

Gerdan kırarak bel bükerek!

Yıl 2004…

Avrupa Birliği’ne girdik” haykırışlarıyla Ankara’da gündüz vakti gökyüzüne havai fişekler fırlattığımız zamanlar!

Almanya’nın ünlü Stern dergisinde bir karikatür yayımlandı. Avrupa’nın Türkiye’yi AB’ye, üstelik 15 senelik bir ucu açık süreçte neden aday adayı yaptığını pek güzel özetliyordu Karikatür şöyleydi:

-Bir kapı, üstünde ünlü 12 yıldız, ortasında ‘’Avrupa Birliği’’ yazıyordu... Kapının önünde elleri ve ayakları üzerinde, yani dört ayaklı pozisyonunda bıyıklı bir yaratık, kapının altına açılmış, köpeklerin eve girip çıkmasına yarayan küçük alt delikten kafasını sokmaya çalışıyordu... Hemen yanı başında duran valizin sapında da Türkiye Cumhuriyeti’nin bayrağı vardı!

Avrupa medyasının ve de karar mekanizmalarının, Türkiye Cumhuriyeti’nin Avrupa Birliği macerasına bakışları buydu işte...

-AB’ye filan alınmak yoktu tam tersi vardı, ne yazık ki!

Peki, bizimkileri sevinçten çılgına çeviren rapor ne diyordu?

-‘Türkiye Cumhuriyeti’nin temelini oluşturan Lozan Antlaşması yetersizdir’ diyordu!

-‘Yalnızca Rumların, Ermenilerin, Yahudilerin azınlık olması yetmez, başta Kürtler olmak üzere diğer topluluklara da azınlık statüsü verilmelidir’ diyordu!

- ‘’Sünni olmayan Müslüman azınlık’’ kavramı yaratılarak, ‘Alevilere de azınlık hakkı verilmelidir’ diyordu!

-‘Heybeliada Ruhban Okulu açılsın, Fener Rum Patrikhanesi’ne tüzel kişilik verilsin ve evrenselliği (ekümenik) tanınsın’ diyordu!

Aslında son derece ustaca bir diplomatik dille yazılmış İlerleme Raporu’nda Avrupalı, o raporda yer almayan ama 150 sayfanın özeti olacak şu tek cümleyi, hançeresini yırtarcasına haykırıyordu:

-Lozan tamam, Sevr’e devam!

Bizimkiler ise omuz titretiyordu!

“Sömürge valisi tavrı!”

Bizimkiler takla atıyor, Avrupa ise kaynıyordu!

Bu rapor bile yetmemiş olacak ki, Avrupa’nın karar mekanizmaları ‘’eşeği 15 yıl sonra bile iyice sağlam kazığa bağlayacak’’ önlemleri o zamandan yaratmaya çalışıyordu...

-Almanya’nın yakın gelecekteki başbakanı olarak görülen Hıristiyan Demokrat Birlik Genel Başkanı Angela Merkel zaten Türkiye ziyareti sırasında Tayyip Bey’in yüzüne ‘’tam üyelik olmaz, imtiyazlı ortaklık verelim’’ demişti!

-Fransa eski Başbakanlarından Edouard Balladur, RTL radyosuna yaptığı açıklamada ‘’önümüzdeki uzun dönemde Türkiye’ye geçici bir ‘imtiyazlı ortaklık’ önerisi götürülmelidir’’ diyordu!

AB’nin iki baş aktöründe yapılan açıklamalar Türkiye için nelerin tezgâhlandığını göstermeye yetiyordu da artıyordu bile!

Bizim medya gülleri ise bir yandan göbek atıyor, diğer yandan da gerçekleri işaret etmeye çalışanlara öfkeleniyor, ‘’ah bu karamsarlık’’ başlıkları atıyordu! Engin kültüre sahip ‘’köşe yazarları’’ Avrupa’nın bu kararı bile nasıl büyük zorluklarla aldığını, anlayışlı olmamız gerektiğini, doğal olarak biz Türklerden çok korktuklarını anlatıyordu! Serbest dolaşımın aslında pek matah bir şey olmadığını, nasıl olsa on yıllık süreçte pek çok şeyin değişeceğini yazanlara da rastlanıyordu tabii!

Bizimkiler, AB’nin en ateşli savunucusu, bu uğurda elinden gelenin ötesinde uğraş vermiş Mesut Yılmaz ‘a bile kızıyorlardı! Bunların bu denli öfkesini çekecek ne demişti Yılmaz:

-Rapor terbiyesizce bir üslupla yazılmış... Sanki bir sömürge valisi gibi davranıyorlar. Müzakereler sonunda AB üyeliği diye bir şey verilmiyor. Maalesef kandırılıyoruz. Kandırıldığımız yetmiyormuş gibi bir de bayram yapıyoruz!

AB ve ABD ile “ilişkilerimiz” 50’lerden bu yana aynı minval üzerinde yürüyordu…

-Gerdan kırarak, bel bükerek!