Yeni bir taşınmanın eşiğinde kitaplarımı toparlarken gözüme ilişti…
Uzun yıllar önce bu ülkenin boyun eğmez, yürekli bir yurtseveri, Onursal Yargıtay Başsavcısı Vural Savaş’ın kitabıydı… Daha kitabın adını gördüğüm an yüreğimin burkulmuştu
-Türkiye Cumhuriyeti Çökerken!
İki yıl önce sonsuzluğa uğurladığımız Vural Savaş, kitabın arka kapağında, “Türkiye Cumhuriyeti çöker mi?” sorusunu her zamanki açık sözlülüğüyle yanıtlıyordu:
-Hiçbir cumhuriyet bunca ihanete dayanamaz!
Gayet iyi anımsıyorum; Emin Çölaşan kitapla ilgili olarak şöyle yazmıştı:
-Adı belki biraz abartılı olabilir ama mutlaka okunması gereken bir yapıt. Türkiye üzerine oynanan oyunları belgeleriyle ortaya koyuyor…
Bu yorum merakımı kamçılamış, devletin en üst kademelerine tırmanmış, iç işleyişine yakından tanık olmuş bir yurtseverin böylesine bir kitap adı seçerken abartıya kaçacağını hiç düşünmemiş, bir solukta okumuştum. Tam da tahmin ettiğim gibi Vural Savaş hiç ama hiç abartmamış, gidişata bakarak başımıza hangi felaketlerin geleceğini öngörmüştü! Gayet sade ve açık bir dille, Türkiye Cumhuriyeti’nin nasıl planlı bir şekilde ve adım adım çökertildiğini belgeleriyle, kaynaklarıyla açıklamıştı…
-Son sayfayı çevirdiğimde bu kez yüreğimin kanadığını hissetmiştim…
Batı’nın Türkiye’ye olağanüstü aşkı!
Aslında kitabın her sayfası yürek kanatıyordu…
Her örnek, Türkiye’yi yıkmak, parçalamak için oynanan çirkin oyunların birer ibret belgesi niteliğini taşıyordu. Hele dostlarımızın(!) hakkımızdaki niyet ve düşünceleri yok mu, her şeyi göstermeye yetiyordu… Ama biz görmüyorduk!... İşte birkaç örnek:
-Yıl 1992, Almanya Dışişleri Bakanı Hans Dietrich Genscher, Süddeutsche Zeitung gazetesine verdiği demeçte aynen şöyle diyordu: “Biz Yugoslavya’da yeni bir model oluşturduk. Türkler de Kürtlerle buna benzer bir model üzerinde anlaşmalıdır.”
Biçilen modelin ne olduğu kısa bir süre sonra anlaşılmış, Yugoslavya paramparça olmuştu! Bosna-Hersek’te yüz binlerce insan katledilmiş. Parçalanan ülkeler tam da planlandığı üzere Batı emperyalizminin kontrolüne girmişti!
O tarihten tam altı yıl sonra, 19 Ocak 1998. Aynı gazetenin Wolfganf Koydl imzalı başyazısında Türkiye hakkında şunlar yazılıyordu:
-On yıl içinde, Türklerin komşusu olan üç güçlü politik sistem battı. Bu sistemler en az Türklerin kendi Kemalist modelleri kadar dayanıklı inşa edilmiş görünüyorlardı. İran’da Şah monarşisi, Sovyetler Birliği’nin Politbüro Komünizmi ve Yugoslavya’daki federatif Balkan deneyimi… Hepsi de dinsel veya etnik çekişmeler yüzünden yıkıldılar. Üstelik Türkiye’de her ikisi de var: Politik İslam ve Güneydoğu’daki Kürtlerin ayaklanması… Lenin’in devleti 73 yaşına basmıştı, Güney Slavlarınki 74 yaşındaydı. Atatürk’ün Cumhuriyeti bu yıl hayli kritik 75. yaşına geldi…
Ama olmadı! Cumhuriyet Avrupalı ve Amerikalı Dostlarımızı(!) şaşkınlığa uğratarak, parçalanmadan 101’inci yılına ulaştı.
-Ancak her geçen gün biraz daha sömürge haline dönüşerek!
Halimiz “Cadı Kazanı!”
-Şubat 1999. ABD Temsilciler Meclisi’nde konuşan California Eyaleti Milletvekili Brad Sherman şunları söylüyordu:
-Türk Devleti’nin Kürdistan’a (yani Güney ve Güneydoğu Anadolu) gönderdiği askeri güç, Miloseviç’in Kosova’ya gönderdiği güçten daha fazladır. Kürdistan’da Kosova’dan daha çok insan öldürülüyor. Türkiye’deki Kürtlerin korunması için ABD, askeri güç kullanarak devreye girmelidir…
-Belçika-Volksunie Milletvekili Karel von Hoorebeke PKK Brüksel sorumlularına şöyle diyordu:
-Türkiye, ekonomik ve siyasal sorunlarla meşgul. Türkiye’yi silahlı mücadele ile sıkıştırırsanız, direnemez ve Kürdistan bağımsızlık hareketine boyun eğer…
-23 Kasım 2003. Avrupa Birliği İnsan hakları Komisyonu Başkanı Claudia Roth, Diyarbakır’a gidip ve aynen şunları söylüyordu:
-Leyla Zana’nın Türkiye Büyükelçisi olarak atanmasını istiyorum. Diyarbakır Belediye Başkanı Feridun Çelik de çok iyi bir büyükelçi olabilir. Kürt kimliği tanınmalıdır. Kürt güneşi parlıyor. Bu Kürt güneşi ışınlarından birini arkadaşım Leyla Zana’ya göndermek istiyorum…
İşte stratejik dostlarımız(!) Türkiye hakkında böylesine sevgi, muhabbet dolu duygular besliyordu! Vural Savaş’ın öngörüleri bir bir gerçekleşti. Şu yaşadığımız son 20 yıl, ülkenin nerelere sürüklendiğini gösterdi. Son dönem yaşadıklarımıza bir ad biçeceksek Arthur Miller’in sözde Engizisyon dönemini, gerçekte ise ABD’nin 1950’lerdeki “McCarty felaketini anlatan kitabının adı çok yakışır:
-Cadı kazanı!
İşte böyle! Yukarıdaki satırlar “Türkiye Cumhuriyeti Çökerken” kitabının yalnızca iki sayfasından alındı. Kitabın tamamı 456 sayfa… Bulabilirseniz şiddetle tavsiye ederim
-Yüreğiniz çok kanayacak, çook!