Yıllardan 1514, aylardan Şubat’tı...
Edirne’de, Fil Çayırı’nda büyük bir hareketlilik vardı... Padişah Yavuz Selim, çadırına topladığı üst düzey yöneticilerine Kızılbaş taifesinin kökünün kazınmasıyla ilgili hükmünü açıklıyordu:
-Hiç beklemeden, her yörede Kızılbaş taifesinden kim varsa ve nerede bulunuyorsa, üç atasına dek Kur’an hükmü gereğince köklerinin kazınmasını ve tebdil ile cezalandırmayı hak etmişlerdir. Kaçınılmaz olarak Rum beldelerinde oturan ve yolculuk halinde bulunan bu taifenin yediden yetmişe hepsini yazsınlar ve yüce divanın naiplerine arz etsinler. (Necdet Saraç- Yavuz’un aklı İdris-i Bitlisi, Asi Yayınları)
Bu hükümle birlikte bu coğrafyada yüzyıllar sürecek, bugünlere bile damgasını vuracak bir “kin ve nefret” söyleminin önü açılacaktı... Yalnızca o tarihlerde 40 bini aşkın Alevi/Türkmen’in yediden yetmişe başı alınacaktı!..
Bu hükmün, Alevi /Türkmenlerin, yani Osmanlı devletinin kurucu unsurunun ezilmesi, yok edilmesi projesinin mimarı da hüküm verilirken o çadırdaydı. Yıllar süren, ilmek ilmek ördüğü planının tam da istediği yolda ilerlemesinin keyfini çıkarıyordu ve adı ileride çok çeşitli sıfatlarla anılacaktı; Kürtlerin bir kısmına göre “kahraman”, Dersim Kürtlerine göre “hain”, Alevi/Türkmenlerin gözünde “cellat”, yörenin Sünni şeyhleri, şıhları, mollalarının indinde ise “Mevlana el-Hakim” idi... Ama o tüm bunların ötesinde, Kürtleri 300 yılı aşkın süre demir zincirlerle Osmanlı’ya bağlayan, Sünni egemenliğini perçinleyen, Osmanlı’nın kurucu unsurunu paramparça edip, devlet katından tamamen silen, yüzyıllar sürecek baskı ve işkence rejiminin kapısını ardına dek açan öncüydü...
-İdris-i Bitlisi!..
Arap Kazaskerliğine uzanan yol!
Peki kimdi bu adam, nereden gelmiş, Osmanlı’da en yüksek mertebelere dek ulaşmış ve Doğu’nun neredeyse “hükümdarı” olmayı başarmıştı?..
Bitlisli İdris tam 20 yıl süreyle, Akkoyunlu hükümdarlarının “nişancılık” ve “divan katipliği” görevlerinde bulundu. Akkoyunluların 1501’de Şah İsmail liderliğindeki Safeviler tarafından yıkılmasıyla birlikte Tebriz’i terk etti ve Osmanlı Sarayı’nın yolunu tuttu. Beyazıt tarafından “resmi tarih yazıcısı” yani Vakanüvis olarak işe alındı. Üç yıl süreyle “Sekiz Cennet” isimli, sekiz ciltlik, sekiz bin beyitten oluşan, sekiz padişahın hayatını anlatan tarih kitabını yazdı.
Ancak İdris’in en önemli eseri, ölümüne dek yazacağı, küçük bir bölümünü oğlunun tamamlayacağı, Yavuz Sultan’ı yere göğe koyamadığı, baştan aşağı Alevi/Türk düşmanlığı ile dolu “Selim name” idi!
1512 yılında bir saray darbesiyle tahtı ele geçiren, babasını ve kardeşlerini “Fatih Kanunnamesi” uyarınca gözünü kıpmadan öldürten Yavuz Selim’in ilk işi İdris-i Bitlisi ile ittifak yapmak oldu.
Doğu’daki Kürt aşiretlerini kazanmadan Şah İsmail’i yenemeyeceğinin farkındaydı. İki yıl, İdris’in öğütleri ve Şeyhülislam başta olmak üzere din adamlarının yoğun gayreti ile ülkede yaşayan Türkmen/Alevi toplumu üzerinde “dinsizlik, sapkınlık” propagandası yoğunlaştırıldı. İş öyle bir kıvama getirildi ki; süreç sonunda “Kur’an hükmüne göre, Kızılbaşların katli, Frenk katletmekten daha sevaptır. Bunu yapanlar cennete gider” fetvasına kadar gelindi. Toplum hazırlanmış, Kürtlerle anlaşmalar yapılmıştı. Şimdi sıra, önce yediden yetmişe Alevilerin katledilmesinde, sonrasında, Çaldıran Savaşı’nda Şah İsmail’i yenmekteydi... O da başarıldı. Yavuz, merkezi Diyarbakır olan Arap Kazaskerliğine İdris’i atadı. İstediği çok basitti:
-Türkmenleri sil, coğrafyayı Sünnileştir!
500 yıllık kan, gözyaşı ve hesaptır söz konusu olan!
Bunun adı nedir acep?
İYİ Parti Grup Başkan Vekili Turhan Çömez’in mesajında okudum, içim acıdı… Araştırdım, inanamadım önüme gelen bilgilere…
Eda Saraç. Genç bir tiyatro sanatçısı ve akademisyen. Harbiye Muhsin Ertuğrul Tiyatrosunda bir oyuna gidecek, bileti de var. Ancak gidemiyor! Tiyatronun çevresi AKP’li Cumhurbaşkanı’nın bir programı nedeniyle barikatlarla dolu. İki adım ötedeki tiyatro binasına gidebilmek için biletini gösterip izin istiyor. Güvenlik görevlileri “olmaz” deyince itiraz edip tepki gösteriyor.
Sonra ne oluyor dersiniz? Orantısız şiddet neticesi vücudu morarmış bir şekilde yere yatırılıp ters kelepçe takılıyor, iyi mi? Şimdi tiyatro yerine Bakırköy Kadın Kapalı Ceza İnfaz Kurumu’nda. Tutuklu. Suçu ne peki?
-Cumhurbaşkanı’na hakaret!
Hak aramanın adı ne zamandan bu yana “hakaret oldu” sorusunu bir yana bırakıp, Turhan Çömez’in sorusuyla bitireyim:
-Yakışıyor mu bu tablo Türkiye’ye?
Yazıktır, günahtır…