MAHMUT AYDIN / NEFES
CHP İstanbul Milletvekili Oğuz Kaan Salıcı, partisi ile ilgili tartışmaları CHP kurultay davasını ve bölgede yaşanan çatışmaları değerlendirdi. Salıcı iktidarın ekonomi politikasını eleştirdi “Yoksullukta ilk sıralardayız” dedi. Salıcı’ya NEFES’in yönelttiği sorular ve yanıtları şöyle:
- CHP’nin 38. Olağan Kurultayı ile ilgili dava önümüzdeki günlerde görüşülecek. Mutlak butlan kararı bekliyor musunuz? Böyle bir karar çıkarsa ne olur?
Türkiye yoksullukta Avrupa birincisiyken, CHP’nin içinde neler olduğunun ana gündem haline getirilmesini içime sindiremiyorum. Birileri CHP’nin bölünmesini, parçalanmasını istiyor olabilir. Bu sadece saraya yarar. Sayın Erdoğan, artık yorulduğunu görüyor ve iktidarda kalmanın tek yolunun muhalefeti bölmek olduğunu düşünüyor. Bu tuzağa asla düşülmemelidir.
Sosyal medyadaki tartışmalar partimize iyi gelmiyor. Sosyal medya, siyaseti magazinleştiriyor. Bir iletişim aracından çok, bir siyaset mühendisliği tekniğine dönüşüyor. Trol diye bir tür türedi. Etkileşim bağımlısı bu hesaplar sürekli kışkırtıyor, öfke tetikliyor, kutuplaştırıyor. Dolayısıyla hakikatin yerini performans, diyaloğun yerini reaksiyon alıyor.
- Parti kurultayına yönelik soruşturma ve davalar Ekrem İmamoğlu’nun Cumhurbaşkanı adaylığını engellemeye yönelik bir iktidar hamlesi mi?
Yargı sopasıyla siyaset dizaynı yapılmaya çalışıldığı kesin. Bu ilk defa mı oluyor? Hayır. Daha önce de oldu ve atlattık. Bu saldırıları da atlatırız. Cumhuriyet Halk Partisi’ne kir bulaştırmayız. Burada meselenin özünü görmeliyiz. 20 yılda hukuk alanında dünyada son sıralara geriledik. Yargı bağımsızlığı örselendikçe bazen FETÖ’cü, bazen siyasi kadrolaşmalar yaşandı.
Yargıya güven sarsılınca, basit bir olayda bile güçlünün yargısal süreçlerde istediğini alacağı algısı oluştu. Türkiye’de işini iyi yapan yargıçlar ve savcılar olduğunu biliyorum. Yargı, hak ve özgürlükleri korumalı, siyasetin sahası olmamalıdır. Bir suç isnadıyla ilgili somut, maddi delilin varsa, ortaya onu koyarsın. Adalet de hakikat da o zaman açığa çıkar.
İSRAİL İRAN ATEŞKESİ ÖNEMLİ AMA REHAVETE KAPILMAMALIYIZ
- İsrail ile İran arasında 12 gün süren savaşın ardından başlayan ateşkes kalıcı bir ateşkese dönüşür mü?
Bölgeyi yakından takip ediyorum. İsrail’in saldırısı başlamadan birkaç saat önce katıldığım bir canlı yayında ABD ile İran arasında Umman’da süren nükleer görüşmelere dikkati çekerek, İran-İsrail geriliminin tırmandığına işaret etmiştim. İsrail o gece Tahran’ı vurdu. Bu, müzakerelere fırsat tanımayan bir saldırganlıktı.
Hava saldırılarında iki tarafın da birbirini yıprattığını görüyoruz. Ateşkesi önemsemeliyiz ama rehavete kapılamayız. Taraflar bir mola vermiş olabilirler. Ortada masa yok, şartlar yok, anlaşma yok. Hangi ateşkesten bahsediyoruz? Orta Doğu’da cin şişeden çıktı. Küresel güçlerin planlarını iyi analiz etmemiz gerekiyor. Temennim, savaşın yayılmaması.
- Nasıl bir analizden söz ediyorsunuz?
Bölgede beş büyük aktör var: Türkiye, İsrail, İran, Suudi Arabistan ve Mısır. Ben meseleyi, bu aktörlerin küresel sistem içinde alacağı pozisyon üzerinden değerlendiriyorum. Baas rejiminin Suriye’de çökmesiyle birlikte İran’ın direniş ekseni adını verdiği bölgesel politikasının tamamen kırıldığını söylemiştim.
Şimdi karşımızda İbrahim Anlaşmaları temelinde yeniden yapılanma, Müslüman Kardeşler odaklı siyasetin iflası, İsrail’in sınır tanımayan işgalci ve pervasız politikaları, Filistin’deki siyasi açmaz, Arap dünyasında modernleşme arayışları ve elbette Türkiye’nin konumu var.
Hatta PKK’nın fesih süreci de analizimizin bir parçası olmalı. Şimdi bu tabloda, Orta Doğu’nun en önemli sorununun Netanyahu’nun aşırı sağcı koalisyonu olduğunu özellikle Batılı devletlerin çok iyi kavraması gerekiyor. Batılı bir liderin ‘İsrail bizim pis işlerimizi yapıyor’ sözü tarihe geçen kara bir lekedir. Batı şunu anlamalı: Burası bizim coğrafyamız. Burada biz yaşıyoruz ve komşuların birbiriyle iyi geçinmesi gerektiğini en iyi biz biliyoruz.
Siz İran rejiminin baskıcı yapısını sabaha kadar eleştirebilirsiniz. Hatta ben bir adım daha atayım. İran’ın makul siyasetçilerini sistemden tasfiye etmesini ve İsrail’i devlet olarak tanımayan yaklaşımını asla doğru bulmuyorum. Fakat sorarlar; İran nükleer tehdit de İsrail nükleer tehdit değil mi? Nükleer silahı yok mu? Bu bir çifte standarttır.
HAVA SAVUNMA SİSTEMİMİZ HAZIR OLMALI
- Türkiye’nin bu savaştan alması gereken dersler neler?
Benim “Kürt meselesinin şiddetten arındırılması” adını verdiğim sürecin sağ salim tamamlanması ve topyekun bir demokratikleşme programına dönüşmesi gerekiyor. PKK eğer “Orta Doğu karışıyor, buradan ekmek çıkar mı” gibi bir hayale kapılırsa, sadece emperyalist güçlerin hizmetinde olduğunu ispatlamış olur. Edirne’den Hakkari’ye kadar tüm Türkiye silahların bırakılmasını bekliyor. Kamuoyuna sürecin ilerlediğini göstermek gerekir. Diğer ders, Türkiye’nin Filistin politikasına dair. Türkiye, Hamas’ın hamisi olamaz.
AKP çok istiyorsa, kendisi Hamas’la ilişki kurabilir. Ayrıca bu savaş, hava savunmasının son derece önemli olduğunu gösterdi. İsrail’in sıkça övülen Demir Kubbe’si İran saldırılarında delindi. Geliştirmekte olduğumuz hava savunma sistemimiz Çelik Kubbe’nin, en alt katmandaki KORKUT’tan en üstteki SİPER’e kadar tam kapasiteyle hazır olması gerektiğini düşünüyorum. Ayrıca adaşım Milli Muharip Uçak KAAN’la tanışmayı dört gözle bekliyorum. Aynı zamanda F-35’lerin rüştünü ispatladığı bir savaş bu. F-35’leri parasını verdiğimiz halde alamıyoruz.
SAVUNMA SANAYİİ PARTİ DEĞİL DEVLET MESELESİ
- AKP’nin en övündüğü alan savunma sanayi değil miydi?
Bu yaklaşım Cumhuriyet’in birikimine dönük ağır haksızlıktır. Savunma sanayiindeki atılım çok daha önceye dayanır. Bir defa, “İstikbal göklerdedir” diyen, 1930’larda havacılıkta millileşmeye vurgu yapan isim Mustafa Kemal Atatürk’tür. Örneğin Atatürk’ün yönlendirmesiyle Etimesgut Uçak Fabrikası kurulmuştur. Bu ülkeden Atatürk’ün izini kimse silemez. Ayrıca TUSAŞ 1973’te, Aselsan 1975’te, Havelsan 1982’de, Roketsan 1988’de kurulmuştur.
Örneğin F-16’ların 1987’den itibaren yüzde 80’e varan gövde üretimi TAI tarafından gerçekleştirilmiştir. Savunma sanayinde harekat bağımsızlığına kavuşmak bir parti meselesi değil, devlet meselesidir. Öte yandan Türkiye’nin Avrupa’nın savunma mimarisinde çok önemli bir partner olması gerekir. Çünkü savunma sanayimiz imalat potansiyelini ispatladı. Burada Avrupalı devletlerle konsorsiyumlar kurmak, ortaklaşmak gerekir. Avrupa Birliği, SAFE adlı bir program başlattı. Bu programla toplam 150 milyar euroluk kredi sağlanacak.