Bazen eski sözler, bugünü anlatmaya öyle bir oturur ki… Yıllar önce söylenmiş bir cümle, sanki dün kurulmuş gibi günümüze cuk oturur. Necmettin Erbakan’ın yıllar evvel söyledikleri işte tam da böyle. Siyasetçiler bu sözleri alsın kulağına küpe yapsın.

Erbakan diyordu ki:

“Bu iktidarlar zenginlerden vergi almıyor. Onların parasını senede yüzde altmış faizle hazine bonosu diye alıyor. Sonra yüzde altmış fazlasını da veriyor. Kim ödüyor bunu? İşte bu şikayeti yapan milyonlar. Düzen bir köle düzenidir.

Şimdi bakınız, faizle herkesin gelirinin üçte biri elinden alınıyor. Malların içerisine giren vergiyle herkesin gelirinin üçte biri alınıyor. Yani geçinemeyen insandan bunlar alınıyor.

Bundan başka şu anda dahi harıl harıl darphane çalışıyor. Karşılıksız para sürülüyor. Ve bu karşılık parayla da vatandaşların cebindeki paranın yılda yüzde yirmi beşi, tabirimi mazur görürseniz, çalınıyor. Çünkü haksız olarak alınıyor.

Bundan başka Merkez Bankası’nda takır takır birisini oturtmuşlar. Her gün paranın değerini emirle değiştiriyorlar. Böylece de vatandaşın cebindeki paranın yüzde yirmi beşi çalınıyor.

Sonra bu bankacılık düzeni bu fakir fukara millet hırsız çalmasın diye parasını koyacak yer yok. Bankaya koyuyor, onlar götürüyor, bu düzenin koruduğu holdinglere batık kredi olarak veriyor. Holdingler bir ton da şampanya içiyor. Bizim bu vatandaşlarımız da böylece ezilip duruyor.

Bankalarda mevduat faizi yüzde altmış, kredi faizi yüzde yüz yirmi. Şurdan alıp buraya dönerken yüzde altmış zam koyuyor. Şu gömleği yapan esnaf yüzde yüz yirmi faiz ödeyip para alıyor. Faizi ödüyor, masrafa yazıyor, gömleği satarken o parayı bana ödetiyor. Ve bütün paralar da batık kredilerin tamiri için gidiyor.

Yani bu bankalar fakir fukaradan parayı alıp zenginlere veren birer emme basma tulumbadır. Bu düzen değişmeden bu millet rahat etmez. İşte Türkiye’de vahşi bir kapitalist nizam tatbik ediliyor.”

***

Bugün yaşadıklarımızı anlatmak için daha net bir tabloya gerek yok. Yıllar önce dile getirilen bu sözler hâlâ capcanlı, hâlâ birebir hayatımızın içinde. Maaş daha cebimize girmeden vergiye gidiyor, enflasyon paramızı eriyor, bankalar vatandaştan topladığını patronlara dağıtıyor.

Demek ki mesele hiç değişmemiş: Fakirden alıp zengine veren bu köle düzeni hâlâ aynen devam ediyor.

HALKIN SÖZÜ: Erbakan’ın bu sözlerinin altına imza atarız

VergİPhone 17

Bu düzen köle düzeni - Resim : 1

Apple yeni iPhone’u tanıttı, adını iPhone 17 koydu. Daha kutudan çıkmadan bizdeki fiyatını duyanın eli ayağı titredi: 77 bin 999 lira. Hem de bu en ucuz model! “Uygun fiyatlı iPhone” diye anlatılan şey, Türkiye’de asgari ücretlinin yaklaşık dört maaşı.

Şimdi sıkı dur… Bu telefonun vergisiz fiyatı 38 bin lira. Üzerine 39 bin lira daha vergi biniyor. Yani telefonu değil, resmen vergisini alıyorsun. Bu işin ismi artık “iPhone” değil, “VergİPhone”.

Neler var faturada? Kültür Bakanlığı payı, TRT bandrolü, yüzde 50 ÖTV, yüzde 20 KDV… Toplarsan telefonun iki katından fazla vergi. Yani Apple mühendisleri cihazı tasarlıyor ama kasayı asıl devlet dolduruyor.

Pro Max serisi desen daha beter. 2 TB olanı 168 bin 999 lira. Vergisiz fiyatı 83 bin, vergisi 86 bin. Telefonu alırken sanki yanında ikinci bir telefon daha devlet için alıyorsun. 256 GB’lık iPhone 17 için bile 53 bin lira telefon parası, 55 bin lira vergi. “Telefon mu, vergi mi daha pahalı?” diye sorsan, artık kafa karışıyor.

Vatandaş için iPhone almak bir teknoloji tercihi değil, bütçe testi. Bizde yeni iPhone almak için ya bankaya gidip kredi çekeceksin ya da böbreğini rehin bırakacaksın.

Sonuç? iPhone 17 mi çıktı?

Güzel… Ama Türkiye’de adı netleşti: VergİPhone 17

HALKIN SÖZÜ: Telefon almak için böbreğimizi mi satalım?

Leblebi, fındık, fıstık yemek bile lüks oldu

Bu düzen köle düzeni - Resim : 2

Eskiden “çerez parası” deyince ufak tefek, gözden çıkarılan para akla gelirdi. Şimdi bırak gözden çıkarmayı, cebin dibini bile kazısan yetmiyor. Kuruyemişçiler dükkânlarının önüne artık kiloyla değil, gramla yazıyor fiyatları. Hani bir zamanlar “bir kilo leblebi ver usta” vardı ya, şimdi “yüz gram kavrulmuş fındık alabilir miyim?” demek bile insanın dili varmıyor. Çünkü yüz gram bile küçük servet.

Bak mesela fındık… Karadeniz’in altın cevheri, yüzde 107 zamla 675 liradan 1.400 liraya fırlamış. Leblebi bile sarı surat olmuş, yüzde 51 artışla 250 liraya dayanmış. Kayısı desen, zam şampiyonu. Geçen sene 360 lirayken bu sene 970 lira. Yani bildiğin “kayısı altın fiyatıyla yarışıyor”. Ceviz içi 755 lira, üzüm 250 lira, badem 725 lira… Kaju bile kendini bozmamış diye seviniyorsun ama o da 650 lira.

Vatandaş ne yapsın? Çocuğuna file badem mi alsın, yoksa kendine torba kayısı mı? Artık evde misafir gelince ikram tabağını değil, “çerez kokusu”nu açacaksın. Belki bir gün “misafir odasında kavrulmuş fındık kokusu” diye oda spreyi bile çıkarırlar, şaşırmam.

TÜKSİAD Başkanı çıkmış diyor ki, “don oldu, rekolte düştü, girdi maliyeti arttı, döviz kurudu.” Tamam eyvallah, bunları anladık da kardeşim, biz çerezi ne zaman yiyeceğiz? Ya da soruyu değiştirelim: Biz bu gidişle çerezi sadece rüyada mı göreceğiz?

HALKIN SÖZÜ: Çerezi bile bu gidişle gramla alacağız

Mermer ocağı için zeytinlikler feda edilir mi?

Bu düzen köle düzeni - Resim : 3

Bak kardeşim, memlekette akıl almaz işler dönüyor. Dünya piyasasında 1 ton zeytinyağı 5 bin dolara satılıyor, 1 ton mermer 500 dolara. Rakam ortada. Normal bir mantık der ki: “Zeytine sahip çık, ağacını koru, toprağına gözün gibi bak.” Ama biz ne yapıyoruz? Tam tersini. Zeytinliği kesip taş ocağı açıyoruz.

Bu milletin kaderi midir bilmiyorum ama hep kolay olanın, kısa vadede para getirenin peşindeyiz. Taşı kamyona yükle, sat gitsin. Zeytin ağacını büyütmek, yağını çıkarmak, piyasaya sürmek emek ister. Ama o emek köylünün, çiftçinin omzunda. Devletin, siyasetin umurunda mı? Hiç.

Yırca’yı hatırlıyorsun değil mi? Manisa’da 6 binden fazla zeytin ağacı bir gecede kepçeyle kökten söküldü. Köylünün feryadı, gözyaşı havada kaldı. Akbelen’de ormanlar kömür uğruna biçildi, kadınlar, çocuklar jandarmayla karşı karşıya geldi. Şimdi aynı hikâye başka yerlerde tekrar tekrar yaşanıyor.

Zeytin bu toprakların altınıdır. Altın dediğin yerde çıkar, biter. Ama zeytin ağacı bin yıl yaşar. O ağacı kesersen sadece bugünü değil, geleceği de yok edersin. Dünya bizim zeytinyağımıza göz dikmiş, altın fiyatına alıyor. Biz ise o ağacı kendi elimizle baltalıyoruz. Bu, hem akılsızlık hem de ihanettir.

Sofranda zeytinyağı azalınca, markette şişesi altınla yarışınca, o zaman daha iyi anlayacağız bu kıyımın bedelini. Ama iş işten geçmiş olacak.

Bu düzenin adı belli kardeşim: Rant düzeni. Ağaç kesiliyor, doğa talan ediliyor, köylü susturuluyor. Geriye ne kalıyor? Taş, toz, susuzluk…

Adını koyalım: Kıyım

HALKIN SÖZÜ: Zeytin altındır