Çalışma Bakanı Vedat Işıkhan çıkmış diyor ki:
“Allaha binlerce şükür, tarihi geldiğinde bankaya giden tüm emeklilerimiz maaşlarını alıyorlar.”
***
Vallahi bravo! Sanki büyük bir lütuf, sanki sadaka dağıtıyor. Yahu beyefendi, bu insanlar 25-30 yıl devletine hizmet etmiş, sabahın köründen akşama kadar karın tokluğuna çalışmış, alın teriyle bu ülkenin taşını toprağını yoğurmuş. Senin verdiğin üç kuruş maaş onların hakkı, hakkı!
Ama gel gör ki emeklinin ATM ekranı yıllardır aynı şeyi söylüyor: “Bakiyeniz 0 TL.” Daha maaş yatar yatmaz kira, fatura, mutfak erzak derken para uçup gidiyor. Emekli, gözünü Ocak ayına dikmiş; “belki bu sefer iyi bir zam gelir” diye umut ediyor. Ama umut başka, gerçek bambaşka…
***
Çünkü TÜİK sağ olsun, enflasyonu hep kaplumbağa hızında açıklıyor. Çarşı pazarda fiyatlar roket gibi ama onların tablosunda enflasyon %11–12 civarında. Yani emekliye verilecek zam da bu oranlarda olacak. Hadi bakalım, bozdur bozdur harca!
Ama iş beylerin maaşına gelince işler değişiyor. Milletvekili, bürokrat, yüksek maaşlı kesim… Onların maaş artışı bir başka, onların sofrasından enflasyon geçemiyor. Çünkü onlar zaten bolluk içinde yaşıyor.
Geriye ne kalıyor? İşçi, memur, emekli bol bol dua edecek, şükür diyecek.
Çünkü bu düzende “maaş” değil, “hayal” dağıtılıyor. Ocak ayında da değişen bir şey olmayacak. Emeklinin cebi yine sıfır çekecek, ATM ekranı yine diyecek ki:
“Bakiyeniz 0 TL.”

HALKIN SÖZÜ: Hakkımızı istiyoruz
İki düğün, iki Türkiye
Türkiye’de düğünler sadece halay, davul zurna değil; aynı zamanda toplumun aynasıdır. Bir yanda Diyarbakır’da bir damada altın diye takılan madeni 5 lira… Düşünün, insanlar mahcup olmamak için bozuk parayı bile altın süsü vererek kurdeleye iliştiriyor. Ekonominin vatandaşın cebini nasıl erittiğinin en sade, en acı göstergesi bu.
Diğer yanda ise Mardin’den gelen görüntüler… Gelinle damat paradan görünmüyor, adeta banknotlarla zırh giydirilmiş gibi. Paralar yere saçılıyor, havada uçuşuyor. Şatafat, gösteriş, “bizim gücümüz bu” mesajı…
İşte Türkiye’nin düğün fotoğrafı:
Bir tarafta fakirliğin mahcubiyeti, diğer tarafta zenginliğin gövde gösterisi. Aynı ülke, aynı gelenek, ama bambaşka hayatlar.
Düğün salonları artık sadece eğlence değil, ekonomik tablonun sahnesi. Kimisi 5 lirayı altın diye takıyor, kimisi 500 bin lirayı kurdeleye diziyor. Halay aynı halay, ama cüzdanların ritmi bambaşka.

HALKIN SÖZÜ: Ağlanacak halimize gülüyoruz
Korku, korku, nedir bu korku?
Doğarsın, büyürsün; anadan, babadan kork.
Okula gidersin; öğretmenden kork.
Sokağa çıkarsın; polisten kork.
Mahallede yürürsün; kabadayıdan kork.
Pazara gidersin; fiyatlardan kork.
Maaşı alırsın; üç gün sonra biter, geçinememekten kork.
Yarın bir gün toprağa gireceksin; Allah’tan kork.
Korku, hayatın her köşesine sinmiş. Bebekken kulağa fısıldanan “sus, bak kızarım”dan başlıyor. Okulda hocanın kaşının çatılmasından devam ediyor. Sokağa çıkınca düdük sesiyle, trafik ışığında, kimlik soran üniformayla büyüyor. Mahallede “kabadayı” diye geçinenin yan bakışında, pazarda kasadaki rakamda, evde çocuğun defter masrafında yeniden doğuyor.
Maaş cebine giriyor ama üç gün sonra kayboluyor. Cüzdan boş, mutfak yarım, kafada bin tilki. Yarınını düşünüyorsun: “Ya hastalık çıksa? Ya işten atılsam? Ya kirayı ödeyemesem?” Hep bir korku, hep bir endişe.
Sonra da diyorlar ki “Allahtan kork.” Zaten korkuyla yoğrulmuş hayatımızda son perdeyi de ölümün gölgesi kaplıyor.
Ama bir şey unutuluyor: korku, insanı küçük düşürür. Korkuya alıştıkça başını eğersin. Başını eğdikçe de daha çok korkarsın. Halbuki korkunun panzehiri cesaret değil, birliktir. Birlikte konuşmak, birlikte gülmek, birlikte direnmek.
Korku, cebimizi, sokaklarımızı ve yarınlarımızı çalan görünmez bir bekçi.
Peki soruyorum: Biz ne zaman bu bekçiyi kapının önüne koyacağız?

HALKIN SÖZÜ: Korkunun ecele faydası yok
Sobanın tamiri bile 1800 TL
Kış yaklaşıyor. Milletin derdi belli: Isınmak. Ama artık sobanın bile keyfi kalmadı. Eskiden köylerde, kasabalarda soba almak ailece bayram sebebiydi. Şimdi 10 bin liradan kapı açıyorlar. Hadi yeni soba almadın, eskisini tamir ettireyim desen o da 1800 lira. Yani soba da, tamiri de ateş pahası.
Vatandaş Ali Çelebi’nin feryadı aslında hepimizin iç sesi: “Her sene 10 bin TL verip soba alamam. Mecbur kalınca yamayı basıyoruz.” Evet, iş öyle bir noktaya geldi ki sobaya bile “yama” yapıyoruz.
Peki bu manzara bize neyi gösteriyor?
* Maaşlar yerinde sayıyor, soba fiyatları uçuyor.
* Doğalgaz faturası zaten bel büküyor, millet yine sobaya dönüyor.
* Ama soba da artık zengin işi olmuş.
Bu tablo, sadece sobanın değil, ekonominin de yamalı bohçaya döndüğünü gösteriyor. Çünkü millet sobaya değil, hayata yama yapıyor. Etin yanına soğan koyamayan vatandaş, şimdi sobanın içine odun atmak için hesap yapıyor.
Bir zamanlar “yakacak yardım kuyrukları” konuşulurdu, bugün “soba fiyatı kuyruğu” konuşuyoruz. Isınmak artık ihtiyaç değil, lüks kategorisine girdi. Kışın kapıya dayandığında bir soba bile vatandaşa dert olduysa, kusura bakmasınlar ama bu memleketin hali “yanıyor” demektir.

HALKIN SÖZÜ: Sobaya yama, cebe dert