Meclis lokantasında dana sac kavurma 65 lira… Okul kantininde simit-ayran 30 lira. Evet yanlış duymadınız. Çocuğun karnını doyurması için ödemesi gereken para, vekilin et yemeğiyle arasındaki farkın neredeyse yarısı.
Burada mesele fiyatların kuru kuruya karşılaştırılması değil. Mesele şu: Bu ülkede öğrencinin boğazına giden lokma pahalı, vekilin tabağına giren et ucuz. Kimin sırtından? Elbette ki o simidi zorla alan öğrencinin ailesinin ödediği vergilerden.
TBMM lokantası yıllardır sübvanse ediliyor. Yani vekiller, bürokratlar, “devlet büyükleri” düşük fiyatla yemek yiyor. Peki neden? Bu insanlar bizden daha mı fakir? Daha mı korunmaya muhtaç? Maaşları asgari ücretin kaç katı?
Öğrenci teneffüste simide muhtaç, kantinde fiyat tabelasına bakıp vazgeçiyor. Ama vekil Meclis’te tıkır tıkır etini, pilavını yiyor. Hem de yarı fiyata. İşte adalet terazisi böyle şaşıyor.
Bu ülkede kimin doyacağı, kimin aç kalacağı çok net. Çocuğun cebindeki bozuklukla simit alamaması normal görülüyor. Ama vekilin 65 liraya kavurma yemesi kimsenin gözüne batmıyor.
Adalet dediğin şey, kantinde başlar. Çocuğun tabağında başlar. Orada yoksa, Meclis kürsüsünde hiç olmaz.

HALKIN SÖZÜ: Adalet terazisi şaşmış
Üniversiteli gençler diyor ki: Bilgisayar almamız hayal oldu
Üniversiteli kardeşim ders çalışacak, proje yapacak, ödevini yetiştirecek. Ama önce banka dekontunu, kredi kartı limitini, taksit planını halletmesi gerekiyor. Çünkü bilgisayar fiyatları resmen uçmuş!
Bak şimdi… Orta halli bir dizüstü bilgisayar 2021’de 7-8 bin liraydı. Şimdi 25-30 bin lira. Tabletler desen 2-3 binden çıkıp 10-12 bine dayanmış. Yani eğitim aracı değil, lüks tüketim ürünü muamelesi görüyor.
KYK bursu ne kadar? 3 bin lira. Bir bilgisayar almak istesen, on ay boyunca çivi çakmayacaksın, makarna yiyeceksin, cebinden bir kuruş çıkarmayacaksın… Anca o zaman bilgisayar parası birikir. O da belki.
Böyle memlekette öğrenci olmak demek, ders çalışmadan önce “hangi taksit bana uyar” diye hesap yapmak demek. İkinci el pazarı ana kütüphane oldu. Garanti bitmiş laptop, çizik içinde tablet, bozuk batarya… Ama ne yapacaksın? Çaresizlik icadı olur ya, işte üniversiteli de öyle yaşıyor.
Sonra çıkıp diyorlar ki: “Gençler niye yurtdışına gitmek istiyor?” Kardeşim, burada bilgisayar almak bile vize almak kadar zor. Eğitim için şart olan alet edevat bile hayal olmuş. Yarın bu gençler bavulu toplayıp gidince de “nankörler” diyecekler.
Asıl nankörlük, öğrenciyi bilgisayar kuyruğuna, ikinci el pazarlığına, taksit borcuna mecbur bırakmaktır.

HALKIN SÖZÜ: Bursun 10 katına bilgisayar olur mu?
Atatürk’ün atlı heykelleri ne mesajı veriyor?

1919 Samsun: 2 ayak yukarda şahlanan At Samsun’da işgale direnişi anlatır.

9 Eylül 1922 İzmir: Tek ayağı yukarda Atlı poz zaferi temsil eder. 9 Eylül 1922 düşmanın denize dökülmesidir.

29 Ekim 1923 Ankara: 4 ayağı yere basan Atlı poz, 1923’te devletin kuruluşunu simgeler. Buradayız bir yere gitmiyoruz demektir.
1 milyon 200 bin kişi kredi kartını ödeyemedi
Memleketin yeni spor dalı belli oldu: “Borçla yaşamak.” Herkes kendi kulvarında koşuyor; kimisi krediyle nefes alıyor, kimisi kartla markete gidiyor. Sonra ne oluyor? Takibe düşüyor. 2025’in ilk yarısında 1 milyon 200 bin kişi borcunu ödeyememiş. Geçen yıl 890 bin kişiydi. Yani bir yılda yüzde 35 artış. Bu, öyle basit bir istatistik değil; bu, milyonların mutfağından eksilen ekmek demek.
Nisan’da zirve, Mayıs’ta rekor kırmışız. Haziran’da biraz düşmüş ama o da geçen yılın katbekat üstünde. Demek ki vatandaşın nefesi yetmiyor. Çünkü maaş yerinde sayıyor, fiyatlar uçuyor, faizler de ensene tokadı patlatıyor. Sonra bankanın kapısı çalınıyor. Ama o kapı, vatandaşa açılan kapı değil; icra dairesine çıkan yol oluyor.
Bankalar kazanç açıklamalarında kâr üstüne kâr yazıyor. Vatandaş ise takibe düşüyor. Hangi terazide tartılıyor bu iş? “Risk yönetimi” diye süslü laflar ediyorlar ama riski kim yönetiyor? Vatandaş. Kim öder bedeli? Yine vatandaş.
Kredi kartı bir zamanlar acil durum içindi. Şimdi ekmek almak için, okul harçlığı vermek için, elektrik faturasını ödemek için kullanılıyor. Bu kart dönerse hayat dönüyor, kart kilitlenirse evin kapısı da kilitleniyor.
Artık mesele tek tek insanların borcu değil, toplumun borca bağımlı hale gelmesi. “Borçlu toplum” demek, yarını olmayan toplum demek. Ve bu düzen, bankaların değil, siyasetçilerin kurduğu düzen. Vatandaş borçla değil, alın teriyle yaşamak istiyor. Ama gel gör ki alın teri kurumadan bankaya akıyor.
Kısacası, bu tablo ekonominin değil, sistemin aynası. Aynaya bakınca da şu yazıyor: Kart patladı.

HALKIN SÖZÜ: Bu borçları nasıl ödeyeceğiz?