Hani iktidar geldiğinde ne dedi?

“Enflasyonu düşüreceğiz, vatandaş rahatlayacak…”

Heh işte o günden sonra milletin beline öyle bir yük bindirdiler ki bırak rahatlamayı, nefes almak bile lüks oldu.

Benzin aldı başını gitti, döviz patladı, pazara çıkan boş sepetle dönüyor. Yetmedi, TÜİK diye bir joker kartları var, devreye soktular. Milletin hissettiği yüzde 100, yüzde 150 enflasyonu TÜİK hop diye yüzde 30’a, 40’a düşürüveriyor. Kağıt üstünde enflasyon düştü mü? Düşüyor. Peki mutfakta tencere kaynıyor mu? Kaynamıyor!

Sonra ne yapıyorlar?

“TÜİK böyle açıkladı” diyerek maaşlara göstermelik zam… Yetiyor mu? Yetmiyor! Çünkü ertesi gün devreye ÖTV, KDV giriyor. Vatandaşın cebi daha dolmadan boşalıyor.

Millet zaten depremle yıkılmış, ev bark gitmiş, psikoloji sıfır. Bir de üstüne ekonomik deprem biniyor. Ama bu depremde artçı sarsıntılar geçmiyor, rantçı sarsıntılar başlıyor.

Bugün ekmeğe zam, yarın benzine zam, öbür gün vergilere zam. Vatandaşın sırtı silkelene silkelene kambur oldu. Çarşıya pazara çıkamayan emekliye, asgari ücretliye, işçiye “biraz daha sık dişini” diyorlar.

Ama işin aslı ne biliyor musunuz? Vatandaşın gırtlağına sarıldılar, cebinde ne varsa alıyorlar. Kısacası milletin depremi hiç bitmiyor; sadece fay hattı değişiyor: Bir gün enflasyon, bir gün vergi, bir gün rant.

Vatandaşı böyle silkeliyorlar - Resim : 1

HALKIN SÖZÜ: Canımızı çıkardınız

Polisin sesine kulak verin

Türkiye’nin dört bir yanında farklı meslek grupları benzer sıkıntılarla boğuşuyor. İşçi, memur, emekli, çiftçi, doktor… Hepsinin ortak derdi düşük gelir, yüksek yaşam maliyetleri ve ağır çalışma şartları. Geçim sıkıntısı büyüdükçe taleplerini dile getirmek için sokaklara çıkan bu grupların karşısına ise çoğu zaman polis çıkarılıyor.

Burada gözden kaçan önemli bir gerçek var: Polis de aynı ekonomik koşulların mağduru. Bir polis memuru ayda 250-300 saate varan bir mesaiyle çalışıyor. Fazla mesai karşılığı almıyor, düzenli bir sosyal yaşamı yok. Bayramda, hafta sonunda, tatil günlerinde görev başında. Bütün bunların karşılığında aldığı maaş yaklaşık 65 bin lira. Kağıt üzerinde orta sınıf gibi görünen bu rakam, büyük şehirlerdeki kira ve yaşam maliyetleri karşısında hızla eriyor. Üstelik görev sırasında her an ölüm tehlikesiyle karşı karşıyalar.

Polisler, “Biz de yıllardır bu sorunlarla boğuşuyoruz” diyerek aslında toplumsal tablonun bir parçası olduklarını hatırlatıyor. Yani sokakta işçilerin, emeklilerin, sağlıkçıların karşısına dikilen polis; aynı zamanda benzer sorunlarla evinde baş başa kalıyor.

Bu ülkede farklı kesimler, farklı taleplerle sesini yükseltiyor olabilir. Ama herkesin ortak paydası aynı: Düşük maaş, yüksek kira, artan hayat pahalılığı ve geleceğe dair belirsizlik. Eğer bu tablo değişmezse, toplumun tüm kesimlerinde umutsuzluk büyüyecek.

Vatandaşı böyle silkeliyorlar - Resim : 2

HALKIN SÖZÜ: Duyun bu sesi...

Doktorların maaşını kesmeyin

Depremin üstünden 2,5 sene geçti. Hatay hâlâ yıkıntı, hâlâ konteyner. Millet evini barkını kuramamış, sağlık çalışanı hâlâ barakada görev yapıyor. Ama ne oluyor? Sağlık Bakanlığı çıkıyor, “konteyner kriterlere uymuyor” diye doktorun, ebenin, hemşirenin maaşından kesinti yapıyor.

Yahu kardeşim, bu mudur adalet?

* Kalıcı sağlık merkezi yapmadın,

* Hekimi konteynere mahkûm ettin,

* Sonra da dönüp “puanını düşürdüm, paranı kestim” diyorsun.

Bu neyin kafası?

Düşünsene, grup puanı düşerse ne olacak?

* Ebe, hemşire, hizmetli kapının önüne konacak,

* Hekim ek ödemeden olacak,

* 750-800 bin vatandaş aile hekimine ulaşamayacak.

Millet hastane kuyruğunda ömrünü tüketecek, doktorun emeği çöpe gidecek. Sağlık Bakanlığı’na lafım net:

Vatandaşı hâlâ konteynerde tedavi ettiriyorsun, üstüne bir de cezayı sağlıkçıya kesiyorsun. Bu işin adı ne biliyor musun? “Depremzedenin sırtına bir de devlet yükü bindirmek.”

Yapılması gereken belli: Kalıcı merkezleri bir an önce kur, sağlıkçıya da destek ol. Çünkü bu yükü taşıyan onların emeği, onların omzu. Maaş kesmek değil, maaş katmak lazım.

Vatandaşı böyle silkeliyorlar - Resim : 3

HALKIN SÖZÜ: Cezayı bize kesiyorsunuz!

20 yılda altına yatıran kazandı!

Fotoğrafta aslında paranın zaman içindeki değer kaybı gözler önüne seriliyor.

* 2005’te 10.000 TL ile 344 çeyrek altın alınıyormuş.

* 2010’da 116 adet,

* 2015’te 60 adet,

* 2020’de 20 adet,

* 2025’te ise sadece 1 çeyrek altın kalmış.

Bu neyi gösteriyor?

  1. Enflasyonun gücü: TL’nin alım gücü yıllar içinde erimiş. Kağıt üstünde 10 bin TL aynı para gibi duruyor ama gerçekte her geçen yıl daha az şey alabiliyor.
  2. Altının güvenli liman olması: Millet boşuna “yastık altı” yapmıyordu. Çünkü altın uzun vadede TL karşısında sürekli değer kazanmış.
  3. Psikolojik değişim: Eskiden düğünde nişanda çeyrek altın takmak normaldi, şimdi yarım gram altın zarfa koymak moda oldu.

Eskiden millet parasını altına gömerdi, “günü gelir lazım olur” diye yastığın altına dizerdi. Şimdi öyle oldu ki altını gömmek bir yana, ancak kuyumcunun vitrininde görür olduk. Çeyrek altın neredeyse cep telefonu taksiti kadar olmuş.

Vatandaşı böyle silkeliyorlar - Resim : 4

HALKIN SÖZÜ: Parası olan yaşadı!