CHP’li ve eski Cumhurbaşkanı adayı Muharrem İnce, attığı bir tweetle Türkiye’nin bugünkü halini özetledi. Siyasetten ekonomiye, eğitimden adalete kadar hayatın her alanına sinmiş çarpıklıkları tek bir nefeste dile getirdi.

İşte İnce’nin o uyarısı:

* Sözünüz yalan!

* Sınavınız yalan!

* Ölçünüz, tartınız, teraziniz yalan!

* Eğitiminiz yalan!

* Diplomanız yalan!

* Yemininiz yalan!

* Yerliliğiniz yalan!

* Milliliğiniz yalan!

* Vaatleriniz yalan!

* Adaletiniz yalan!

* Liyakatiniz yalan!

Ama…

* Torpiliniz gerçek!

* Çaldığınız gerçek!

* Batırdığınız kurumlar gerçek!

* Çökerttiğiniz hayaller gerçek!

* Zulmünüz, baskınız, sansürünüz gerçek!

* Yoksulluk gerçek!

* İşsizlik gerçek!

* Gençlerin umutsuzluğu, doktorların kaçışı, mühendislerin bavulu gerçek!

* Bir ülkenin geleceğini el birliğiyle kararttığınız da gerçek!

* Yalanla kurulan her düzenin bir gün yıkılacağı da gerçek!

Ve o gün geldiğinde;

Ne torpil işe yarar, ne ünvan, ne de makyajlı istatistikler! Güneş doğar ve karanlık ortadan kalkar!

İnce’nin bu sözleri aslında sadece bir tweet değil; bir toplumun nabzı, bir halkın vicdanı… Çünkü hepimiz aynı tablonun içindeyiz:

- Çocuğu sınavda emeğiyle değil torpille yarışan anne…

- İşi için bavulunu yurtdışına hazırlayan mühendis…

- Maaşı daha eline geçmeden eriyen işçi…

- Her gün “bu ülkenin geleceği ne olacak” diye kaygıyla uyanan genç…

Türkiye’nin gerçek gündemi tam da bu: Bir tarafta yalanla büyütülen istatistikler, öte yanda mutfaktaki boş tencere. Bir tarafta adalet nutukları, öte yanda adliyede sürünen dosyalar.

İnce’nin sözleri belki sert, belki öfke dolu. Ama gerçekler bazen tokat gibi çarpar. O
tokadı hisseden herkes şunu da biliyor: “Yalanla kurulan her düzen, er ya da geç yıkılır.”

Güneş doğar, karanlık kalkar. Ve o gün geldiğinde, kimsenin torpili, ünvanı, makyajlı raporu işe yaramaz. İşte o gün, gerçeklerin günü olur.

Yalan! Yalan! Nereye kadar? - Resim : 1
Muharrem İnce

HALKIN SÖZÜ: Yalanın üzerini gerçek örter!

Tasarrufa makam araçlarından başlayın

Her gün aynı masal: “Tasarruf yapmalıyız…”

İyi de kim yapacak bu tasarrufu? Vatandaş zaten kemerini sıkmaktan nefes alamıyor. Mazot, kira, elektrik derken dişler çatlamış; Bakan hâlâ “dişinizi sıkın” diyor.

Peki devlet ne yapıyor?

Türkiye’de binlerce makam aracı var. Japonya’da 10 bin, Almanya’da 9 bin, Fransa’da 8 bin. Bizdeyse her kurum, her belediye konvoylarla geziyor.

Emekliye “kaynak yok”, işçiye “sabret” deniyor. Ama siyasette kimse tasarruf kitabını açmıyor. Vatandaşa tasarruf, siyasetçiye saltanat… Fark işte buradan çıkıyor.

Unutulmasın: Bir gün o makam arabaları değil, milletin iradesi şoför koltuğuna oturacak.

Yalan! Yalan! Nereye kadar? - Resim : 2

HALKIN SÖZÜ: Tasarruf masalını artık dinlemiyoruz

Siyaset, hoşgörü ve saygı ister

Bazı fotoğraflar vardır, sadece bir anı değil, bir dönemi anlatır. Yıllar geçer, siyasetçiler değişir, posterlerdeki yüzler unutulur ama o fotoğraf kalır.

1970’lerin o sahnesi mesela… Demirel kürsüde halka hitap ediyor. Bir çocuk var kalabalığın içinde, minicik ellerinde Ecevit’in posteri. Bugün olsa düşünmek bile istemiyorum; o poster yırtılır, çocuk kenara itilir, “siyasi provokasyon” diye haber yapılır belki de.

Ama o gün başka bir şey oluyor. Demirel çocuğu görüyor. Kızmıyor, terslemiyor. Yanına çağırıyor, elinden tutuyor, kürsüye çıkarıyor. O küçük çocuk heyecanla kürsüye çıkıyor, yanında koca başbakan adayıyla beraber poster sallıyor. Hem de rakibinin posteri!

O an kalabalıktan alkış kopuyor. Çünkü insanlar kavganın değil, insaniyetin değerini görüyor. Rakibine bile saygı duymanın, hoşgörünün, nezaketin fotoğrafı çekiliyor orada.

Bugün siyaset sahnesine bakınca içim burkuluyor. Birbirine tahammül etmeyen, her farklı fikri düşman ilan eden bir dil hâkim. Oysa o kare bize şunu hatırlatıyor: “Bu ülke hepimizin. Bir çocuğun elindeki posterde bile umut var.”

Bir çocuğun posterinde rakibini görünce tebessüm edebilen siyasetçilerdi onlar. O yüzden hatırlamaya değer.

Yalan! Yalan! Nereye kadar? - Resim : 3

HALKIN SÖZÜ: Böyle siyasete ihtiyacımız var

Kırmızı alarm!

Dünya ortalaması 6 dolar, bizde 18 dolar!

Kardeşim, bu nasıl iş? Adam Amerika’da, Avrupa’da üç porsiyon et yiyor, biz bir kilo etin yanına yaklaşamıyoruz. Yetmezmiş gibi üstüne “biz tarım ülkesiyiz” diye hava atıyorlar.

Et pahalı çünkü:

* Yem ithal. Döviz fırlayınca saman bile lüks oldu.

* Küçük üretici kepenk kapatıyor, zincir market tekeline kalıyoruz.

* İthal et getirmek için kapılar açılıyor ama orada da komisyon, vergi, aracılar vatandaşa bindiriliyor.

* Çoban bulamıyoruz, gençler köyden kente göçüyor.

Sonra “niye et bu kadar pahalı?” diye soruyorlar.

E tabii pahalı olacak, hayvanın yediği yem dövizle, köylünün emeği değersiz, aracının cebi dolu.

Bugün vatandaş kasaba girerken korkuyor. “Abi bana yarım kilo kıyma ver” demek bile cesaret işi oldu. Et reyonuna bakarken gözümüzle doyuyoruz.

Kırmızı et bizim soframızda lüks oldu, ama cebimizde açılan delik artık kırmızı alarm veriyor.

Yalan! Yalan! Nereye kadar? - Resim : 4

HALKIN SÖZÜ: Etin tadını unuttuk