Yurt dışına çıkmak mı istiyorsun kardeşim? Pasaportu aldın, vizeyi aldın, bileti kestin… Ama sakın cebinde harçlığı unutma!
Çünkü bizim memlekette “har(a)ç” deyince akla öğrenci yurdu değil, sınır kapısı geliyor artık.
***
Daha geçen sene 150 liraydı bu işin raconu. Sonra bir baktık 500 oldu. Yetmedi, 710’a çıktı. Bugün itibariyle “yuvarlak olsun” dediler, 1000 bastılar. Hani derler ya “bin lira nedir ki?”, işte o bin lira senin cebinden çıkıyor.
Bak güzel kardeşim, bu zam bir tane değil; üst üste bindirilmiş. Ağustos 2024’te 150’den 500’e, sonra 710’a, şimdi 1000’e… Böyle hızla artan tek şey maaşlar olsaydı belki kimse sesini çıkarmazdı. Ama maaşlar yerinde sayarken, memurun, işçinin, öğrencinin yurt dışı hayali her seferinde bir zam daha yiyor.
Şimdi diyecekler ki “ülke ekonomisine katkı, milli gelir artışı…” Yahu zaten pasaporta para veriyoruz, bilet alıyoruz, vize kuyruğunda didişiyoruz. Şimdi bir de “çıkış vergisi” diye yolun başında cüzdana dalıyorlar. Ne acayip memleket be! Çıkışta yol harcı değil, çıkış haracı alınıyor resmen.
***
Vatandaşın gözünde bu artık bir har(a)ç, harç değil. Çünkü kimse “ülkeye katkı” diye ödemiyor bunu. Kapıdaki memur “1000 lira” dediğinde, herkes içinden “eyvallah” çekip geçiyor. O an insan anlıyor ki, yurt dışına çıkmadan önce cüzdanın sınır kontrolünden geçiyor.
***
Bizim hikâye kısacası şu: Memlekette yurtta kalmanın harcı düşük, yurttan çıkmanın harcı yüksek.

HALKIN SÖZÜ: Bavul dolusu vergi ödüyoruz
Esnafın tenceresi vergi kaynayacak
Berberden çıkıyorsun, cebinden normalde 150 lira çıkacakken 200 lira gidiyor. Restorana oturuyorsun, hesabı daha ödemeden “zamlı” geliyor. Tamirciye gidiyorsun, “abi ben de ne yapayım, vergi, muhasebe masrafı arttı” deyip faturayı şişiriyor. Yani bu iş sadece defter tutma meselesi değil, hayatın tam göbeğine dokunuyor.
Resmi Gazete’de çıkan karar, büyükşehirlerde 30 bin üstü nüfuslu ilçelerde basit usul defter tutmayı tarihe gömdü. Basit usul dediğin şey, küçük esnafın nefes borusuydu. Yani öyle koca koca holdinglerden bahsetmiyoruz. Mahalle berberi, apartman altındaki tamirci, aile işletmesi lokanta… Hepsi artık daha ağır muhasebe yükünün altına girecek.
Devletin derdi belli: “Hadi bakalım daha çok vergi.” Ama işin sonunda olan kime olacak? Tabii ki vatandaşa. Çünkü esnaf bu yükü cebinden çıkarmaz, müşteri fiyatına yansıtır. O yüzden şimdiden hazırlanın: saç tıraşına, dürüm porsiyonuna, hatta kombi bakımına bile zam yağacak.
Koskoca ülkede ekonomiyi düzeltmek için buldukları formül bu mu? Küçük esnafa daha fazla yük bindirmek. Oysa biraz aklı olan bilir: küçük esnaf batarsa zincir marketler, tekelleşmiş şirketler bayram eder. Bu düzenleme, mahalle kültürünü, dayanışmayı da yavaş yavaş bitirir.
Yarın öbür gün bir bardak çay içmek bile lüks olursa şaşırmayın. Çünkü mesele sadece çayın fiyatı değil; arkasındaki defter, muhasebe, vergi yükü. Esnaf sıkıldıkça vatandaşın cebinden daha çok çıkacak.

HALKIN SÖZÜ: İğneden ipliğe zam geliyor
Altın sandviç!
Bir sandviç… Yanında da küçücük bir şişe su. Normalde cebinde bozuklukla alabileceğin şeyler. Ama artık öyle değil. Gökyüzünde bu ikilinin fiyatı neredeyse bir haftalık mutfak masrafına denk geliyor. Bir sandviç 534 lira, küçük su 154 lira… Toplamı hesapla: 688 lira!
Şimdi düşün, elindeki ekmek arası jambon mu, yoksa kuyumcudan alınmış bilezik mi? Bir yudum su içiyorsun, boğazından altın külçesi geçiyor sanki. “İstersen yeme” deniyor ama insan aç kalınca o seçeneğin adı özgürlük değil, çaresizlik oluyor.
Kimse uçakta ziyafet beklemiyor, kimse “üç çeşit yemek verin” demiyor. Ama bir yudum suyun bu kadar pahalıya satılması da vicdana sığmıyor. Vatandaş zaten biletine, vergisine, bagajına bin bir kalem para ödüyor. Bir de karnını doyurmak istediğinde karşısına böylesi bir fatura çıkıyor.
Yazık günah! Bir sandviç ve su bu kadar pahalıysa, yarın öbür gün oksijeni de parayla çekeriz artık.

HALKIN SÖZÜ: Su boğazımızda kalır
SoygunPark!
İstanbul’da bir otopark fişi gündeme düştü: 58 saatlik park süresi karşılığında tam 12 bin 650 lira istenmiş. Hani bazen bir fiyat görürsün, önce ekranı suçlarsın, “yanlış yazmışlar” dersin ya… İşte bu tam öyle bir durum. Ama hayır, yanlış falan yok. Resmi resmi “ödemeniz gereken tutar” diye çıkmış karşımıza.
Şimdi gelelim işin hesabına… 58 saat, yani yaklaşık 2,5 gün. 2,5 gün için 12.650 TL. Hesap makinesiyle oynadığında saat başı 218 liradan fazla yapıyor. Yani bir araç, otoparkta geçirdiği her dakikada neredeyse bir simit parası yakıyor.
Bu nasıl bir mantık? “Metrekare vergisi mi, yoksa altın kasada saklanan özel VIP park yeri mi?” diye sormadan edemiyor insan. Hadi uçuk fiyatları geçtik, bu resmen vatandaşı cezalandırmak gibi bir durum. Aracını bırakıyorsun, geri almak için araba parası ödüyorsun.
İstanbul’da trafik ayrı dert, park yeri bulmak ayrı bela. Ama bu fiyatlarla vatandaşın arabasını park etmeye cesaret edebilmesi mucize. Düşünsene, arabanı otoparka bırakıyorsun; döndüğünde ya satman ya da kredi çekmen gerekiyor.
Birileri çıkıp “yanlışlık oldu, sistem hatası” diye açıklama yapar mı bilmem. Ama şu kesin: bu fiyatlar “şehir efsanesi” değil, gözümüzün önünde yaşanan gerçek. Otopark dediğin yer güvenlik sağlamalı, rahatlık sunmalı, ama insanı cüzdanından da soymamalı.
Yoksa yakında arabalar değil, biz kendimizi park edecek yer arayacağız. Çünkü bu gidişle arabadan önce cebimiz çekilecek kenara.

HALKIN SÖZÜ: Bu resmen soygun