Rüşvet, adam kayırma, yolsuzluk, yalakalık, yandaşlık, din tüccarlığı sadece günümüzün değil geçmişin de hastalığıydı…

“Tarih mimarı” ve “tarihi sevdiren adam” olarak bilinen tarihçi-yazar Ahmet Refik Altınay “Osmanlıda Hoca Nüfuzu” adlı kitabında bunu örnekleriyle anlatmıştı. Kitaba geçmeden önce Altınay’ı biraz tanıtayım.

1880’de İstanbul Beşiktaş’ta doğdu. Babası, Abdülaziz’in vekilharcı Ürgüplü Ahmet Ağa. Kuleli Askeri Lisesi’ni birincilikle bitirdi. Sonra Harbiye’de Fransızca öğretmenliği, Meşrutiyet’in 1908’de ilanından sonra da tarih öğretmenliği yaptı. Hayatı kütüphanelerde ve arşivlerde geçti. “Lale Devri” tabirine yaygınlık kazandıran kendisidir. Osmanlı tarihiyle ilgili çok sayıda eseri olan Altınay, 1. Dünya Savaşı’ndan sonra emekli edildi. İstanbul Darülfünunu’nda Türkiye Tarihi profesörü oldu.

Sadece tarih değil, şiir de yazardı… Şu dizeler onun:

“Endamının hayalini gözlerimden silemem

Kollarında can vereyim başka nimet dilemem”.

Altınay, hayatının son yıllarında büyük bir yoksulluk yaşadı ve 1937’de öldü…

Yazdığı kitapların çoğunun günümüzde baskısı yok…

İlk kez 1933’te yayınlanan “Osmanlıda Hoca Nüfuzu” kitabına gelince…

Ahmet Refik bu kitapta, Osmanlı padişahlarından Sultan III. Murat (1574-1595) ile III. Selim (1789-1807) dönemleri arasındaki dönemde yaşanan çürümeyi anlatır. O dönemdeki şeyhülislamlar, ulema ve alim kabul edilen bazı hocaların kendi çıkarları uğruna yaptıklarını (makam uğruna padişahı tahttan indirmek, isyan çıkarmak, makamları kendileri ve yakınlarının arpalığı haline çevirmek, hatta makamları parayla alıp satmak) örnekleriyle şöyle anlatır:

“Artık bilimin ve marifetin önemi kalmamıştı. Hocaların en alimleri bile bilimleriyle etkili olmuyorlardı. Halkı vaazla, din ve terbiyeyle ıslah etmek için görevlendirilmiş hocalar, şehislamlık ve arpalık hırsıyla birbirini rezil etmeye başlamıştı. Ağır şakalar, galiz küfürler, vezirler arasında olduğu gibi ulema arasında da duyulurdu.

Sultan İbrahim devrinde, beş bin kuruş veren ulema, Cinci Hoca’dan Mekke Kadılığını alırdı. Bazen Cinci Hoca ile Şehislamın bir kadılığı iki kişiye sattıkları olurdu. O zaman hangi tarafın nüfuzu sağlamsa davayı o taraf kazanırdı.

  1. Mehmet devrinde, ulemanın bütün işi-gücü şeyhülislamlık, arpalık, kadılık, makam, sadrazamlık, rüşvet ve çalıp çırpmadan ibaretti. Bütün bu meşguliyetler yanında bilginin hiçbir değeri yoktu.

III. Selim’in saltanatının ilk yıllarında Prusya ile ittifak söz konusu idi. Rumeli kazaskeri Tevfik Efendi, Prusya’dan haberdar değildi. Devletin en önemli yöneticilerinden oluşan mecliste hiç utanıp sıkılmadan, ‘Prusya dedikleri hangi devlettir?’ diye sordu.

Ulemanın cahilliği pek çok şeye örnek olacak derecede idi. Hem Arap kültürünü bilmezler, hem de milletin Batı kültürü ile tanışmasına da razı olmazlardı. Son yüzyıllarda Türk milletinin cehaletinin, toplumsal hayatın sefaletinin tek nedeni hocalardı.”

200 yıl öncesinde olanları okuyunca aklıma günümüzdeki din tüccarlarının mal mülk kavgası geldi. Ya sizin?

Hoca nüfuzu! - Resim : 1

Helal olsun Çevre Ağacı’na

Kendilerine Çevre Ağacı adını vermişler.

Birkaç ay önce ortaya
çıkmışlar.

Sosyal medyada paylaştıkları videodan anladığım kadarıyla iki arkadaşlar.

Sokaklara atılan çöpleri gönüllü olarak topluyorlar. “Çöp” deyip geçmeyin, birkaç kağıt parçasından veya pet şişeden söz etmiyoruz.

Ağaç diplerine, yol kenarlarına, çöp kutusunun yanına yığılan torbalar dolusu çöp söz konusu.

5 kuruş para almadan bu işi yapıyorlar.

Çöpleri toplayıp pırıl pırıl yaptıkları yere birkaç hafta sonra tekrar gidiyorlar, tekrar çöplük haline geldiğini görünce tekrar topluyorlar.

Yani temizlikseverler.

“Bir kişi neden sokağa çöpünü atar?” diye soruyorlar ve ekliyorlar: “Önemli olan temizlemek değil, temiz tutmak…”

Haklılar… Lafa gelince herkes ülkesini seviyor ancak ne hikmetse çöpünü sokağa atmakta bir sakınca görmüyor.