Şuna tanık oldum:
Sosyal medyada bazı protestocular, kendileri gibi tepkisel olmayan sanatçılara boykot uyguluyor, takibi bırakıyor…
Kimileri de, bu tür paylaşımlara karşı çıkıyor, bu tavrı abartılı buluyor…
Peki:
Kim haklı? Bu soruyu Fransız düşünür Michel Foucault düşüncesi üzerinden yanıtlayayım:
Foucault, modern iktidar anlayışını klasik baskıcı modelden farklı tanımladı: İktidar, sadece “yasak koyan” ve “cezalandıran” mekanizma değildi. Baskılamayı daha incelikli, daha görünmez biçimde de işliyordu!
Yani:
İktidar, kamuoyuna sezdirmeden, bireyleri şekillendiriyor, normalleştiriyor ve etkisiz hale getirerek hegemonyasını/egemenliğini güçlendiriyordu…
Foucault’un bu yaklaşımı, Erdoğan iktidarını anlamamıza yardımcı olur mu? Evet…
Erdoğan iktidarı, sadece yasaklar ve cezalar üzerinden değil, gündelik yaşamı düzenleyen normlar, söylemler ve kurumlar aracılığıyla ülkeyi “disipline” ediyor!
Erdoğan yönetimi, belirli bir yaşam tarzını “normal” olarak kodlarken, alternatif yaşam biçimlerini marjinalleştiriyor!
Böylece iktidar, sadece yasaklar ile değil, normlar ve değerler üzerinden baskılıyor…
Yazımın girişiyle bunun ne ilgisi var? Ne demek istediğime gelmeden önce konuyu biraz daha açayım:
İktidarın dev gözü
Erdoğan, “bu kuraldır” diyor…
Erdoğan, “bu yasaya uygun” diyor…
Erdoğan, “bu ilkedir, bu gelenektir, bu görenektir” diyor…
Erdoğan, “bu…” diyor, “bu…” diyor
Yani Erdoğan, topluma kendi normunu dayatıyor. Muhafazakâr değerleri/ideolojik aygıtları öne çıkararak, kültürel kodları kendince yeniden şekillendiriyor…
Gülşen’in sahne kıyafeti veya televizyondaki maskeli yarışma gibi nelere karışmadı/karışmıyor ki?
Benzer tepkisel hâlleri, bireylerin sadece siyasi değil, kişisel yaşamlarını da yönlendiren bir iktidar biçimini dayatıyor. Kıyafet, aile yapısı, kadın-erkek ilişkileri, doğurganlık gibi çok alanda üretilen iktidar normları, alternatif hayat ve davranış biçimlerini diretiyor. Hatta inatçıları hapse attırıyor…
Sadece kültürel değil, siyasi-ekonomik alanda da örneklerini hayli görüyoruz!
Burada Foucault’un “panoptikon” metaforu devreye giriyor:
-İnsanları korkutarak, kendi kendilerini kontrol ettirerek toplumsal düzeni sağlamak: Gözetim toplumu!
İktidar her gelişmeden/olaydan haberdar olup hükmünü veriyor. Böylece -örneğin- potansiyel direnişleri doğmadan etkisizleştiriyor. Vs.
Panoptikon metaforu, yani “görünmez gözetim”, fiziksel cezadan daha güçlü bir psikolojik baskı oluşturuyor. Mesela: İnsanlar, izlenip izlenmediğini bilmediği halde, her an izleniyormuş gibi davranıyor.
-“Telefonum dinleniyor” paranoyası bunlardan biri…
-Sosyal medya paylaşımlarının kriminalize edilmesi bunlardan biri…
-Vatandaşların birbirini gözetleyip ihbarcı olmaları bunlardan biri… Neler neler…
Burada temel sorun; bireylerin kendi davranışlarını denetlemeye, “aman başıma iş açılmasın” kaygısıyla otosansür uygulaması...
Böylece iktidar, fiziksel cezadan çok, psikolojik etki yaratıyor. Salt şiddet-zorbalık kullanarak değil, bireylerin düşünce, davranış ve duygularını yönlendirerek üstünlük kuruyor…
Ülkeyi dev panoptikona dönüştürüyor! Ki asıl mesele bu…
Sosyal medyadaki sanatçı protestosu
Toparlarsam:
Erdoğan iktidarını anlamak için, onu yalnızca otoriter ve baskıcı olarak değil, aynı zamanda “normalleştiren” ve “öz denetimi teşvik eden” mekanizma olarak da görmek lazım.
O halde:
Sürekli gözetleyen ve kendi normunu dayatan Erdoğan iktidarına karşı ne yapmak gerek? Öyle ya, hürriyetin olmadığı ülkede sadece iktidarın kamu görüşü vardır!
Yazımın girişindeki paragrafa dönebilirim:
Sosyal medya kullanıcıları, “dev gözetim kulesine” rağmen kendi hayat biçimlerini savunuyor. Yaşamlarının kontrol altında tutulmasına, kendine istemediklerinin dayatılmasına karşı çıkıyor…
Ruh halleri, George Orwell’in “1984” romanındaki karakterlere benziyor: Her hareketleri gözetleniyor, propaganda, sansür gibi araçlar kullanarak düşünce ve davranışlarına yön veriliyor. Her an cezalandırılmayı bekliyorlar.
İşte… Kimi sosyal medya kullanıcıları zihinlerini, yaşamlarını ele geçirmek isteyen iktidar totaliterliğe boyun eğmek, itaat etmek istemiyor.
Psikolojik denetim/gözetim mekanizmalarından kurtulmak ve ülkeyi kurtarmak istiyorlar…
Anayasal bir hak olan protestonun “gözeticiler” tarafından baskılanmasına karşı çıkıyorlar…
Ve istiyorlar ki, sevdiği-saygı duyduğu ve gözetleme sonucu aktiviteleri sürekli darlaştırılan-sansüre sokulan sanatçılar yaşananların farkında olsun. En azından sosyal medyada bir iki cümleyle dayatılana karşı çıksın. Bunu yapamıyorsa kendilerine moral veren mesaj atsın…
Evet, sanatçıların içinde bulunan tehlikenin farkında olmayıp duyarsız kalmalarına tepki gösteriyor sosyal medya kullanıcıları...
Ve takibi bırakarak; korkutularak iktidara “gönüllü itaat” etmelerini protesto ediyorlar…
Aslında… Sanatçının toplumsal rolü tartışması burada da karşımıza çıkıyor. Bilinen şu ki:
Sanatçının iktidarı eleştirmesi ya da protestolara katılması demokratik hak ve sanatın doğasında olan itiraz kültürüdür.
“Dayanışma” arayışındaki sosyal medya kullanıcıları haklıdır; özgürlük solumak istiyorlar…