PKK terör örgütünün kendini feshettiğini ilan ettiği, ederken de Türkiye’ni tapu senedi Lozan’ı yerden yere vurduğu, Cumhuriyeti soykırımcılıkla suçladığı bildirgesini biliyorsunuz…

PKK, PYD, PYG ve bu örgütün (hepsi aynı zilletin parçaları olduğu için örgütler demeye hiç gerek yok!) kuyrukçularıyla, sırtını sıvazlayan Batılı dostlarımızın(!) aynı noktada buluşmaları son derece doğal…

Ancak, İmralı’daki terörist başından “sayın” demeden konuşmaya başlayamayan, neresinden baksanız 50 bin kişinin katili olarak tarihe geçmiş bulunan bu kişiye “kurucu önder” diyerek teşekkür eden iktidar cenahından bu bildirgedeki ağır ithamlara karşı tek bir sözcük dahi etmemesi gerçekten içler acısı…

O halde Lozan Antlaşmasını bir kez daha anımsatmak gerekiyor; yıllar yılı “Lozan’ın gizli, maddeleri var”, “Lozan’da büyük toprak kaybettik” yalanlarını dillendiren TC pasaportlu işbirlikçilerin biraz olsun utanması dileğiyle…

10 Ağustos 1920’de, Osmanlı Devleti’ni utanç dolu bir yok oluşa, Türk Milleti’ni ise köle bir topluluk haline sürükleyen, Anadolu’yu dilimler halinde bölen antlaşma, Paris’in Sevr banliyösündeki bir seramik fabrikasında galip devletlerle, Padişah Vahdettin’in gönderdiği heyet arasında imzalandı...

Aslında, çoğu kimsenin bilmediği bir ayrıntı vardır; bu tarihten tam 3 ay önce, 10 Mayıs 1920’de yine aynı yerde İtilaf devletleri ile barış görüşmeleri yapılmıştı.

Galip devletler, o denli rezil, o denli aşağılayıcı ve o denli yok edici bir antlaşma öneriyorlardı ki, Tevfik Paşa başkanlığındaki Osmanlı Heyeti bu antlaşma tasarısını reddetmişti!

Halihazırda Anadolu’nun birçok yerini, İzmir dahil işgal etmiş olan İtilaf devletleri bu ret kararı üzerine hazırladıkları ortak açıklamada Osmanlı Devletini yerin dibine batırarak “Savaşın çıkmasında büyük sorumluluğu bulunduğunu, kendisine dostluğunu kanıtlamış devletlere büyük hainlik yaptığını, Ermeni ve Rumlara görülmemiş bir zulüm uyguladığını ve Türklerin çoğunlukta olmadığı toprakların, Türk boyunduruğundan kurtarılacağını” ilan etti...

Bu durum Padişah Vahdettin ve kuyrukçusu Damat Ferit ile İngilizlere tapınan Hürriyet İtilafçıları hem kızdırdı hem korkuttu; ya şimdi payitaht (İstanbul) tamamen ellerinden çıkarsa ne yaparlardı?

- Memleketin geri kalanı umurlarında bile değildi!

Bir memleket nasıl satılır?

Ültimatom niteliğindeki galip devletler açıklamasından sonra Vahdettin, 22 Temmuz 1920’de bütün devlet ileri gelenlerini düzenlediği “Saltanat Konseyi”nde topladı. Toplantıdan Barış Antlaşması’nın ivedilikle imzalanması kararı çıktı... Resmi bildiride bakın ne deniliyordu:

- Osmanlı Saltanat Hükümeti bugün iki ihtimal karşısında bulunuyor: Ya antlaşmayı içerdiği ağır ve korkunç koşullar ile kabul etmek ya da reddetmek. Kabul edilirse İstanbul başkent kalmak üzere bilinen sınırlar içinde küçük bir devlet varlığını koruyabilecektir... Reddedilirse... Osmanlı saltanatına ve Osmanlı Hükümeti’ne son verilecektir...

İşte bu kadar! Padişah ve çevresindeki uşaklar, kendi makamlarını ve payitahtı korumak için Anadolu’nun işgalini kabulleniyordu!.. Damat Ferit Paşa soysuzunun yönetim ve gözetiminde yeni bir heyet acilen Sevr’e gönderildi. Çok önceden hazırlanmış antlaşma Osmanlı Heyeti’nin önüne konuldu ve imzalandı. Burada yalnızca birkaç maddeyi anımsatayım:

- Rumeli’de İstanbul dışında kalan yerler Yunanistan’a veriliyordu...

- Doğu’da bir Ermenistan devleti kurulacak, bunun sınırlarını ABD Başkanı Wilson saptayacaktı...

- Anadolu bölgeler halinde İngiltere, Fransa ve İtalya arasında paylaşılıyordu...

- İstanbul Osmanlı başkenti olarak kalacak ancak Sevr hükümlerine aykırı en ufak bir hareket halinde Türklerin elinden alınacaktı...

- Sevr Antlaşması’nın yürürlüğe girmesinden 1 yıl sonra Kürtler isterlerse ayrı bir devlet kurabilecekti...

- İzmir ve civarı resmi olarak Osmanlı egemenliğinde kalacak ancak yürürlüğe konulması ve uygulanması Yunanistan’a bırakılacaktı... Ayrıca 5 yıl sonra mahalli parlamento bu bölgenin Yunanistan’a katılmasını isteyebilecekti...

- Türklere ana bölge olarak İç Anadolu olmak üzere, Karadeniz’e ufak bir çıkışı bulunan yaklaşık 200 bin kilometrekarelik bir toprak bırakılıyordu...

Bu son madde de aslında tam bir palavraydı; dört bir yanı düşman unsurlarla çevrilmiş, ordusu lağvedilmiş bir devletin yaşama imkânı neredeyse sıfırdı! Sevr’in nihai hedefi eşeğin bile anlayabileceği bir sona işaret ediyordu:

- Anadolu’daki Türk varlığına son vermek!

Türklerin ateşle imtihanı!..

Kurtuluş Savaşı’nı sürdüren Ankara Hükümeti, bu şeref yoksunu antlaşmayı reddetti, imzalayan ve kabul edenleri vatan haini olarak ilan etti…

Sevr Antlaşması’nda bize uygun görülen topraklar yalnızca 200 bin kilometrekare civarındaydı, Lozan’da ise 780 bin kilometrekare olacaktı!

Lozan, Anadolu’nun yeniden Türk yurdu yapıldığı, Türklere onurunu iade eden bir antlaşmaydı!

Eğer bugün bu “Son Vatanda” bir büyük millet olarak yaşıyorsak, bu o kahramanların vardan yok ettiği Lozan Antlaşması sayesindedir...

-Hiçbir ihanet, hiçbir yalan bu gerçeğin üzerini örtmeye yetmez, yetmeyecektir!

Yıllar önce paylaştığım bu yazıyı Lozan düşmanlığının hortladığı, yobazların Büyük Devrimci ve arkadaşlarına en aşağılık şekilde saldırdığı şu günlerde bir kez daha hatırlanması ve özümsenmesi için arşivden çıkardım... Hiç unutmayın:

- Lozan vatandır!