İki adet 16 mm film makarası
“Üst akıl kimdi, halen neler yaptırıyordu?” sorusu beni altı sene öncesine, ABD Kara Ataşemiz Albay Tayyar Argun’un Washington’daki evine götürdü. Gelin birlikte misafir olalım:
ABD Savunma Bakanlığı’nın 1972 yılbaşında kursiyer yabancı subaylara verdiği resepsiyon sırasında nazik bir davetle ataşenin evine misafir olduk. İlerleyen saatlerde ev sahibimiz, ‘Siz genç subayları, ülkemizin bütünlüğüne dönük yakın bir tehlike hakkında uyarmak istiyorum’ dedi. Misafir beş subay kulak kesildik, dinliyoruz: ABD, Molla Mustafa Barzani’nin elindeki ABD kaynaklı silahlarla ilgili iddialarımızı reddetmiş, uluslararası kaçakçılık şirketlerini işaret etmiştir. Ataşeliğimiz bu silah kaçakçılarını tespite çalışsa da sonuç alamamıştır. İsrail ataşesi ziyarete gelir. Pazarlık etmektedir. İstediği özel bilgi karşılığında aradığımız sorunun yanıtını verebilecektir. Bu alışverişe genelkurmay onay vermez. Araştırmaların devamını ister. Ama sonuç alamazlar.
Aylar sonra İsrail ataşesi yine gelir.
Pazarlık konusu yaptığı sorunun yanıtını bulmuştur. Türk ataşenin ve istihbaratının ‘dostluk ve güvenini kazanmak için’ diyerek masaya iki adet 16 mm film makarası bırakır.
Birinci makara, Adana İncirlik’tir.
Ezan sesleri arasında bir askeri nakliye uçağı yüklenmektedir.
İkinci makara Kuzey Irak’ta çekilmiştir. Aynı kuyruk numaralı uçak aynı mürettebatla iniş yapmış, silah ve cephanelerle bazı görevlileri bırakmıştır. İsrail ataşesinin pazarlıksız ve karşılıksız bu iyiliği neden yaptığı sorularımız yanıtsız kaldı. Yorumu bizlere bıraktı.
Dicle-Fırat arasında ‘vaat edilmiş topraklar’ üzerindeki hayalleri nedeniyle İsrail, bir taşla iki kuş vuruyordu. Türkiye ile ilişkileri geliştirirken, Barzani’ye yapılan yardımın kaynağını bilerek gösteriyordu. Böylece Türkiye’yi daha zor, ABD gibi bir güçle karşı karşıya getirerek kendi işini kolaylaştırmıştı.”
Dün; Binboğa eteklerinde, Dallıkavak köyünde (Kayseri) doğan, 33 yıl TSK’da görev yapan emekli Albay Haydar Aksu’nun “Bir Yaşamın Öteki Yüzü” kitabını okuduğumda yukarıdaki anektod ve bilgiler dikkatimi çekti. 53 yıl önce Irak’ın kuzeyiyle ilgili yaşadığı olayı anlatan “Solcu Sakıncalı” Albay Aksu’nun anlattıkları bugünü de ilgilendirmiyor mu?
Ulus devletle hesaplaşmak
MHP lideri Devlet Bahçeli’nin başlattığı devlet projesi “Terörsüz Türkiye”nin en önemli laboratuvarı Suriye ve “ulus devlet”!
Bugün Suriye’de ABD, İsrail, İngiltere, Fransa, Rusya ve her şeye rağmen İran’ın, Türkiye’yle birlikte “sahada” olduğunu biliyoruz. Bu noktada “Birleşik Suriye”yi savunan emperyalist güçlerin Suriye’nin bölünmesinden yana olduğu da gerçek.
Ankara Büyükelçisi ve Suriye Özel Temsilcisi Tom Barrack, Lübnan’ın başkenti Beyrut’ta ABD merkezli Associated Press (AP) haber ajansına verdiği özel mülakatta ne dedi? “İsrail’in egemen bir devlete müdahale edebileceğini kabul edip etmediğiniz ise ayrı bir konu” diyen ABD’li elçi İsrail’in, ülkeyi kontrol eden güçlü bir merkezi devlet yerine, Suriye’nin parçalanmış ve bölünmüş olmasını tercih edeceğini öne sürdü. “Güçlü ulus devletler bir tehdittir; özellikle Arap devletleri İsrail için bir tehdit olarak görülüyor” diyen Barrack ancak Suriye’de azınlık topluluklarının merkezi bir devletten yana olduğunu düşündüğünü şu sözlerle ifade etti: “Bence azınlık topluluklarının tamamı ‘Birlikte, merkezi bir şekilde daha iyiyiz’ diyecek kadar akıllılar.”
“Ulus devlet tehlike” diyen Barrack’ın bu tespiti önemli.
Hatırlatayım:
1980 sonrasında liberalizmle birlikte ‘sivil toplum’ denilen kavram kol kola yürüdü ve ortak noktada buluştu: Bir ekonomi-siyasal iktidar hedefleyen neo liberalizm meydanlara indi. ‘Görünmez bir el’ piyasalara hakim oldu, özelleştirmelerle birlikte ‘egemen-resmi ideoloji’ye karşı özgürlükleri savunanlar sahne aldı. Aslında ‘resmi ideoloji’ diye karşı çıkılan, insanın pazarda kaybolmasıydı. Bunun siyaset sahnesindeki 2002 versiyonu da AKP oldu. ‘Kemalizm bitti’ diyen CIA ajanı Graham Fuller, ABD’de yayımlanan “The National Interest” (Ulusal Çıkar) adlı derginin Sonbahar 2000 tarihli sayısında da şöyle der:
“Bugün Türk devletinin bir sorunu varsa, bu da aslında Kemalizmin değişmez bir değerler paketi olarak var olmayı sürdürmesidir. Hangi türden olursa olsun hiç bir metin, hep ortaya çıktığı şartlar altındaki terimlerle yorumlanamaz. Daha önemlisi liberal olmayan bu düzen, Türkiye’nin demokratik değişimini engellemekte, İslamcılık ve Kürtler gibi iki ana sorunun çözümüne de zorlaştırmaktadır.”
SONUÇ: Kimse “terörün bitmesine” karşı çıkmaz. Ancak bu süreç “ulus devlet” ve “Cumhuriyet” tartışmasına uzanırsa –ki uzanacak gibi- işin içinden çıkılmaz bir hale girer. Bu noktada “silahların bırakılmasına” evet, 1923 Cumhuriyet çizgisinin tartışılmasına hayır demek yurtsever aydın tavrı olacaktır. Bir hatırlatma daha: Taraf Gazetesi, Ergenekon operasyonları üzerine manşet atmıştı 26 Temmuz 2008’de: “1923’te kuruldu, 2008’de arınıyor.” İş, bu noktaya varmamalı!