Barış için sağlığını feda etti

Sırrı Süreyya Önder’le Ankara’da komşu sayılırız.

İkimiz de TBMM’nin bulunduğu Aşağı Ayrancı’nın küçük kahvecilerinde oturup vakit geçirmeyi, çevreyi gözlemlemeyi ve kahve içmeyi severiz.

Zaman zaman da denk gelir, sohbet ederiz.

Bir gazeteci, normalde haber kaynağı olarak kritik bir isim olan Sırrı Süreyya Önder’i yakaladığında haber konuşur ama ben öyle yapmaz, genelde sağlık konuşurdum.

Zira kendisiyle bir çeşit pankreas kardeşiydik ve hep hastalıkla ilgili deneyimlerimizi aktarır, ilaç ve doktor önerilerimizi sıralardık.

***

Bu sohbetler sayesinde Sırrı Süreyya Önder’in sağlığını da yakından takip eder hale gelmiştim.

Bir defasında yaptırması gereken bazı kritik tetkikleri henüz yaptırmadığını öğrendim. Arayıp niye yaptırmadığını soracaktım. Telefonu açtığında doğrudan konuya girmeye çalıştım ama kendisi Erbil’deydi.

Devlet Bahçeli ile Abdullah Öcalan’ın başlattığı çözüm süreci kapsamında Kuzey Irak Bölgesel Yönetimi yetkilileriyle bir araya gelecekti.

“Tetkikleri ne zaman yaptıracaksın” diye sordum.

“Bir - iki hafta gecikebilir” dedi.

Ben de “Bu tedavide sürelerin ne kadar önemli olduğunun farkındasın değil mi? Sağlığından önemli mi bunlar” diye çıkıştım.

“Ne yapalım Deniz Baba, birilerinin yapması gerekiyor” diye geçiştirdi beni.

***

Uçağa binmediğini, Kuzey Irak’a dahi kara yoluyla gittiğini biliyordum.

Bir de TBMM kürsüsünde aort anevrizması geçirmiş ve beyne pıhtı atmıştı.

Hem pankreasla ilgili sorun hem kalp damar rahatsızlığı yetmiyormuş gibi barış süreciyle ilgili amansız stresli bir trafiğin içindeydi.

O strese can mı dayanır.

Bir yanda Abdullah Öcalan, bir yanda Devlet Bahçeli ve Tayyip Erdoğan, bir yanda Kandil, bir yanda ABD ile YPG/PYD/SDG...

Uğraştığı şey meşhur “bir çobanın kurt kuzu ve otu birbirlerine zarar vermeden nehrin karşısına geçirmesi” bilmecesine benziyor.

Ne kurtla kuzu ne kuzuyla ot bir arada kalabilir ama hepsinin bir şekilde karşıya geçirilmesi gerekiyor.

***

Bir defasında “yüreğimiz elimizde geziyoruz” demişti.

Edirne cezaevinde yatan Selahattin Demirtaş’ın mektubundan anlıyorum ki bu sözleri ironi falan değil, yaşadığı fiziki durumu anlatıyormuş.

Bakın Demirtaş, Önder’in kendisine yaptığı son cezaevi ziyareti sırasında yaşadıklarını nasıl anlatmış:

“Sırrı Bey aniden fenalaştı, rengi beyaza kesti, kalbini tuttu. Telaşlandık, doktor, ambulans çağırmaya yeltendik, izin vermedi. Koridora çıkıp biraz hava aldı. Ahmet Türk ve Pervin Buldan’la gözlerimiz doldu, daracık hapishane görüş odasında barışı konuşmanın zorluğuyla yutkunduk. Sırrı Bey geri döndü, her zamanki neşesini takınmaya çalışarak ‘Ahmet Abi, bu barış meselesini hal yoluna koymadan ölmek yok ha!’ dedi. Orada birbirimize söz verdik, ‘önce barış, ölümse Allah’ın emri...’ “

***

Sırrı Süreyya Önder, o ziyaretten hemen sonra o haliyle Edirne Cezaevi önünde açıklama yaparken de “yüreğimiz elimizde geziyoruz” demişti.

Kalp sorunu yaşayıp hastaneye götürüldüğünde müdahale eden doktorları gördükleri en zor aort diseksiyonu vakalarından biri olduğuna dikkat çektiler. Ameliyatını yapan doktor, “Kalp çok hırpalanmıştı, çok yorgundu” ifadesini kullanırken benim aklıma Sırrı Süreyya Önder’in yaşadıkları geldi.

Elbette çok hırpalanmıştır o kalp, elbette çok yorgundur.

Hayatının kaç ayını sorgularda kaç yılını cezaevlerinde geçirmişti kim bilir?

Ne ağır bedeller ödemişti.

Kalbi o haldeyken dahi bir amaç uğruna koşuşturuyordu.

Barış süreci için çıktığı yolu, sağlığından bedel ödeyerek tamamlamaya çalışıyordu.

Barış için sağlığını feda ediyordu.

***

Bütün kalbimle iyileşmesini, aramıza dönmesini diliyorum.

Kendisinin “barış süreci” diye dört elle sarıldığı bu sürecin (iktidarın kendi ömrünü uzatmak için başvurduğu bir yol olarak görsem de) tamama ermesini, Sırrı Süreyya Önder’in de bir an önce sağlığına kavuşup barışı görene dek uzun bir ömür yaşamasını diliyorum.

Hadi Sırrı Abi, sen direnmenin destanını yazan birisin, biraz daha diren!

SON DAKİKA HABERLERİ

Deniz Zeyrek Diğer Yazıları