Geçmişle gelecek arasında...

Pazar günü memleketim Kars’a gitmeyi planlıyorum.

Ne zaman Kars’a gitmeye karar versem, öncesinde heyecan yapar, mutlu olurdum.

O gün yaklaştıkça içim içime sığmazdı.

Ancak bu defa, tuhaf ve karışık duygular içindeyim. Heyecanımın yerini hüzün almış. Gelecek hayallerimin yerinde geçmişten kalma anlar var.

Birkaç gündür “neden” diye soruyorum kendime.

Net bir yanıt veremiyorum.

***

Önceki gidişlerimde hep geleceği düşünüyordum.

En çok, dedemin köy evini yenileyip yılın birkaç ayını orada geçirmenin hayalleri kuruyordum:

Bir yanında Kısır Dağı, diğer yanında Erdağı ve ortada da Mamaş (Kırçiçek) köyü...

Uçsuz bucaksız ve eşsiz bir manzaraya bakan tarafa yekpare bir cam pencere yaptırırım.

Evin yola bakan kısmındaki araziye küçük bir bostan yaparım. Geri kalan kısmı ise envaiçeşit meyvenin olduğu bir bahçe olur.

Peç (Rus tarzı soba) ile ısınacak salonda çalışma masamı o camın önüne koyarım. Peçten gelen çıtırtılar eşliğinde Rodrigo’nun Gitar Konçertosu’nu dinleyip roman yazarım.

Peçin önündeki koltukta arkama yaslanıp Türk ve dünya edebiyatının klasiklerini yeniden okurum.

Yine aynı salonda yağlı boyayla pastoral resimler yaparım.

Değişiklik olsun diye ara ara iki kilometre mesafedeki çarşıya yürüyüp kahvede hemşerilerimle sohbet ederim.

Küçük isli demliklerle getirilen, küçücük istekanlarda servis edilen çayı yudumlarım.

Belki 50 yaşına kadar zerre ilgi duymadığım okey oyununa sardırır, kahvedeki dörtlü masada yancı olmaktan dördüncü olmaya terfi ederim.

Belki de kâğıt oyunları daha çok cezbeder.

Akşam eve gittiğimde, koyun derisiyle yapılmış tulumda göğertilmiş çeçil peynirle, bal ve tereyağıyla karnımı doyururum.

Normalde çayı şekersiz içerim ama ortama uysun diye semaverde demlediğim çayı kıtlama şekerle yudumlarım.

Belki de peçin başında Reşid Behbudov’un sesinden “uzun geceler” şarkısını dinlerken uyuya kalırım...

***

Şimdiyse, Babam öldükten sonra ilk defa Kars’a gidiyorum.

Aklıma ilk gelen, bahçe duvarının dibindeki vişne ağacının gölgesine koyduğu sandalyeye oturup uzaklara dalan Babam oluyor.

Masadaki bilgisayarımdan insan ruhuna dokunan bir piyano melodisi eşliğinde Reşid Behbudov’un muhteşem sesi süzülüyor: “Küçelere su serpmişem, yar gelende toz olmasın, ele gelsin ele getsin, aramızda söz olmasın...”

Ardından Babamın Anneme seslenişi:

“Sevgilim, sana söylüyor canım...”

Annem, bu sesi duyunca eli ayağına dolaşıyor. Ne yapacağını şaşırıp başörtüsünü çıkarıp düzeltiyor.

Şimdi, Babam öldükten sonra ilk defa Kars’a gidiyorum ve sanki gelecekte kurduğum Kars hayaline bağlayan en kuvvetli bağ yok artık.

Sanki sadece geçmişle bağlıyım artık.

Aklımda hep o taş çeperle çevrili hayat var.

Hayalini kurduğum evin camından muhteşem manzarayı değil, ellerim patlayana, nasırlanana kadar çapa yaptığım o patates tarlasını görüyorum.

Hayalimdeki evin modern mutfağından, fırınından çok, annemin ve nenemin duman altı olarak ekmek pişirdiği tandır damı gözümde canlanıyor.

Kulağımda peçteki ateşin çıtırtıları ya da Rodrigo’nun gitar konçertosu değil, kış aylarının bitmeyen o sinir bozucu tipi uğultusu çınlıyor.

Hayalimdeki peçin sıcağının yerine, tipide su doldurup omuzlarımdaki çiğindiriğe astığım kovalarla ahıra girdiğim an yüzüme vuran o tuhaf sıcaklık var.

Hayalini kurduğum meyve bahçesinin yerindeyse kurumuş ot yığını, tavukların eşelediği harman yeri ve üzerinde erişte kurutulan ipler var.

Sanki birazdan beyaz yakamı önlüğün üzerine takıp, kolumla akan burnumu silip, şimdi yerinde yeller esen Atatürk İlkokulu’na doğru yürümeye başlayacağım.

***

Şimdi Babam öldükten sonra ilk defa Kars’a gidiyorum ve hayal kurarak umutlanmak, gülümsemek yerine geçmişe gidip hüzünleniyorum.

Neden böyle acaba?

Yoksulduk ama mutluyduk, neşeliydik...

Hayatımız zor geçse de dedelerimiz, ninelerimiz, annelerimiz, babalarımız, yakınlarımız, güler yüzlü komşularımız iyi yürekli periler gibi etrafımızdaydı.

Çevremizde bir “iyilik kalkanı” gibi dururlardı.

Onlar sayesinde şimdiki zamanın yarattığı umutsuzluk ve kötülük yanımızdan dahi geçemiyordu.

O iyi kalpli periler sistemli kötülüklere, kötülerin yaptıklarına göğüs geriyordu.

Bize ise onların bizimle sonuna kadar paylaştığı fakirliğe alışmak yerine, hayal kurmak düşüyordu. O hayal sayesinde çalışıp didinmek, emek harcamak ve karşılığını almak işten dahi olmuyordu.

Şimdi o iyi kalpli periler yok artık.

Hayallerimize dahi göz dikmiş, bize yaşam alanı tanımak istemeyen umutsuzluk ve kötülüğün acımasız baskısıyla yüz yüzeyiz artık.

Belki de bu yüzdendir sık sık hayallerimizden vazgeçip geçmişe, çocukluğumuza, anavatanımıza sığınmamız.

SON DAKİKA HABERLERİ

Deniz Zeyrek Diğer Yazıları