Atatürk kadının hayatını nasıl değiştirdi?
Bir ulusun kaderi, kadınlarının toplumdaki yeriyle ölçülür.
Gazi Mustafa Kemal Atatürk, bu gerçeği erken görmüş bir liderdi. O, yalnızca bir kurtuluş savaşı komutanı değil; aynı zamanda bir toplum inşa edicisiydi. Türkiye Cumhuriyeti’ni kurarken, özgürlüğün yalnızca sınırların değil, insan haklarının da özgürlüğü olduğunu biliyordu.
4 Ekim 1926’da kabul edilen Türk Medeni Kanunu, işte bu düşüncenin en somut ifadesidir.
Bu kanun, Cumhuriyet devrimlerinin kalbinde yer alır. Çünkü o gün, yalnızca hukuk değişmedi — Türk kadınının hayatı değişti.
Kadının Hukukta Eşitliği: Bir Devrim
Medeni Kanun’un kabulüyle birlikte kadın, artık “eş” olmanın ötesine geçti; birey olarak tanındı.
Artık kadın, mirastan erkek kardeşiyle eşit pay alabiliyor; boşanma hakkını kullanabiliyor; mahkemede kendi adına şahitlik edebiliyor; kendi mesleğini seçebiliyordu.
Bir başka ifadeyle, kadın ikinci sınıf değil, eşit vatandaş oluyordu.
Atatürk’ün “Dünya üzerinde gördüğümüz her şey kadının eseridir.” sözü, işte o günlerde yalnızca bir övgü değil, bir vizyonun özetiydi.
Bir Ulusun Yeniden Doğuşu
O dönemde birçok ülkede kadınlar hâlâ seçme ve seçilme hakkına sahip değilken, Türkiye kadınlarına bu haklar tek tek kazandırıldı:
* 1930’da belediye seçimlerinde oy hakkı,
* 1933’te muhtar seçilme hakkı,
* 1934’te milletvekili seçme ve seçilme hakkı…
Bu haklar, Türkiye’yi çağdaş dünyanın önüne taşıdı.
Atatürk’ün Mirası: Gerçek Özgürlük
Atatürk’ün en büyük başarısı, Türk kadınına “izinli özgürlük” değil, yasal teminat altına alınmış eşitlik sağlamasıydı.
Kadınlar artık bir lütufla değil, kanunla haklarına sahip oldular. O yüzden bugün, 99 yıl sonra bile Medeni Kanun yalnız bir hukuk metni değil; kadınların ve erkeklerin eşit yurttaş olma belgesidir.
Bugün Cumhuriyet’in 102. yılına yaklaşırken, bu mirası hatırlamak, korumak ve geliştirmek hepimizin görevidir.
Çünkü Atatürk’ün kurduğu bu ülke, yalnız erkeklerin değil; kadınların omuzlarında yükselen bir Cumhuriyet’tir.
Yaşa Mustafa Kemal Paşa…
Senin sayende, Türk kadını artık susan değil, konuşan, bekleyen değil, yapan, gölgede değil, ışıkta yürüyen bir varlıktır.
HALKIN SÖZÜ: Yaşa Mustafa Kemal Paşa yaşa
Her halinle çok güzelsin teğmenim
Bazı fotoğraflar vardır, sadece bir anı değil, bir ideali anlatır.
Kara Harp Okulu’nu birincilikle bitiren genç bir teğmenin sivil hâliyle paylaşılan o fotoğrafı, hepimizin yüreğine dokunmuştu.
Altına yazılan o cümle, milyonların duygusuna tercüman olmuştu:
“Her halinle çok güzelsin teğmenim. Çünkü Mustafa Kemal Atatürk’ün kızısın.”
O genç teğmen, Cumhuriyet’in ışığıyla büyüyen bir Atatürk evladıydı.
Sade bir sivil kıyafette de, şanlı üniformasında da aynı asaleti taşıyordu.
Çünkü o, bu toprakların umudu, Atatürk’ün “Türk kadını yerini alacaktır” sözünün yaşayan kanıtıydı.
Bir Gerçek: Şimdi O Teğmen O Görevde Değil
Ne yazık ki bugün o genç teğmen, artık o şerefli görevini icra edemiyor.
Kara Harp Okulu’nu birincilikle bitiren, Atatürk sevdalısı bir Türk kızı, görevinden ihraç edildi.
Bir milletin geleceği olan gençlerine sahip çıkması gerekirken, bazen en küçük bir hata, en sert yargılara dönüşüyor.
Oysa biz, Cumhuriyet’in çocukları olarak birbirimizi yargılamak için değil; anlamak, korumak, yetiştirmek için varız.
Bu ülkenin gençleri bizim geleceğimizdir; onların yüreğinde Atatürk sevgisi varsa, biz o ışığı söndürmemeliyiz.
Atatürk’ün Mirası: Gençliğe Güven
Atatürk, en büyük güvencesini gençlere emanet etti:
“Ey Türk gençliği! Birinci vazifen, Türk istiklâlini, Türk Cumhuriyetini, ilelebet muhafaza ve müdafaa etmektir.”
Bu satırlar bir tarih değil, bir uyarıdır aslında. Gençliğe sahip çıkmak, onları korumak, yönlendirmek, sabırla dinlemek-işte Cumhuriyet bilinci budur. Bir hata yaptıklarında değil, vazgeçmediklerinde yanlarında olmalıyız.
HALIK SÖZÜ: Ebru teğmenim bugünler de geçecek
60 yıl önceki hoşgörü
Bu paylaşım, 1965’te yayımlanan Akbaba gibi mizah dergilerinin özgür ve cesur dilini yansıtan bir örnek. O dönemde dergiler; Adalet Partisi, CHP, YTP gibi partilerin liderlerini “Seçim Güzelleri” başlığıyla karikatürize ederek hicvetmiş, hatta liderleri mayo giymiş gibi resmetmişti. Buna rağmen dava açılmamış, kimseye ceza verilmemişti — çünkü o dönemin mizah kültürü, eleştiriyi ifade özgürlüğünün doğal bir parçası olarak görüyordu.
1960’lar Türkiye’sinde mizah dergileri siyaseti keskin biçimde eleştirirdi ama:
* Karikatür “hakaret” değil, eleştirel sanat kabul edilirdi.
* Siyasiler de mizahın içinde yer almayı, çoğu zaman “katlanılabilir eleştiri” olarak görürdü.
* Yargı, karikatürleri çoğunlukla düşünce özgürlüğü kapsamına alırdı.
Bu yüzden dergiler, iktidarı da muhalefeti de alaya alabilir, toplum da bunu bir “rahatlama alanı” olarak karşılardı.
Aynı karikatür bugün yayımlansa:
* Sosyal medya tepkisi çok hızlı ve kutuplaşmış olurdu.
* Çizimi yapan karikatürist hakkında hakaret, dini değerleri aşağılama, kamu görevlisine alenen hakaret gibi gerekçelerle soruşturma başlatılabilir.
* Birçok gazete ya da dergi, “reklam baskısı”, “yargı riski” ya da “tehdit” korkusuyla bunu yayımlamaktan kaçınabilir.
Yani 1965’in mizah anlayışı — toplumsal hoşgörü ve demokratik olgunluk açısından — bugüne göre çok daha geniş sınırları olan bir alandı.
HALKIN SÖZÜ: Şimdi bunu çizmek yürek ister
Öğrencinin kaybolan 11 dürümü
Siyaset meydanında her gün yeni bir rakam, yeni bir grafik, yeni bir pembe tablo dinliyoruz. Ama milletin mutfağında, gençlerin cebinde gerçekler başka. İşte Saadet Partisi Genel Başkan Yardımcısı Mustafa Yılmaz, öyle tablolarla, IMF raporlarıyla uğraşmamış. Eline bir tavuk dürüm almış, “dürümflasyon” diye koymuş önümüze.
Aslında mesele bu kadar basit. 2002’de bir KYK bursuyla 86 dürüm yiyebilen öğrenci, bugün aynı bursla sadece 20 dürüm yiyebiliyor. Matematiği çok basit: 66 dürüm buhar olmuş! Hadi bakalım, nerede bu dürümler? Kasada mı kaldı, faiz lobisinde mi kayboldu, yoksa “ekonomi şahlanıyor” diyenlerin mideye mi indi?
Mehmet Şimşek’in göreve geldiği 2023’te 31 dürüm alan genç, bugün 20’de kalıyorsa, demek ki son iki yılda öğrencinin cebinden 11 dürüm çalınmış. Ama televizyonlarda hâlâ “enflasyon düşüyor, ekonomi toparlanıyor” masalı anlatılıyor. Yahu kardeşim, enflasyon düşüyorsa niye porsiyon küçülüyor? Ekonomi büyüyorsa neden dürüm inceliyor?
Bugün üniversite öğrencisi, bursunu hesap makinesiyle dürüme bölüyor. Aile, maaşını kiraya ve market arabasına çarpıyor. Emekli, aylığını ilaca ve ekmeğe bölüyor. Yani milletin ekonomisi matematikte değil, midede çözülüyor.
Sorulması gereken basit: 23 yılda 66 dürüm nereye gitti?
HALKIN SÖZÜ: Kim yedi bizim dürümlerimizi?