El insaf! Emekli bu ülkenin vatandaşı değil mi?
Bir ülkede adaletin terazisi bozuldu mu, artık kimsenin sesi duyulmaz olur.
Emekliye 150 lira gözlük çerçevesi… Vekile 2.300 lira!
Emekliye 4.000 lira işitme cihazı… Vekile 20.000 lira!
Emekliye diş ücreti yok… Vekile implant bedava!
***
Sormazlar mı insana, bu ülkenin vatandaşı sadece milletvekili mi?
Emekli sabahın köründe işe giden, yıllarca vergi veren, bu ülkenin yükünü omuzlayan insan değil mi?
Bir yanda lüks makam araçları, özel hastaneler, bedava tedaviler…
Diğer yanda eczanede reçete farkını ödeyemeyen, pazarda yarım kilo meyve alan emekli!
Bu mudur adalet? Bu mudur sosyal devlet?
***
Siz o koltuklarda oturuyorsanız, o emeklinin oyu sayesinde oturuyorsunuz!
Onun vergisiyle ısınıyor, onun alın teriyle geçiniyorsunuz.
Ama sıra o emekliye gelince, “bütçe yok” diyorsunuz!
Bir teklif verip el kaldırmak bu kadar mı zor?
Emekliye biraz nefes, biraz insaf, biraz insanlık çok mu?
***
Bu ülke hepimizin…
Ama ne yazık ki refah sadece bir kısmımızın.
Artık yeter!
Sefalet değil, adalet istiyoruz.
Hakkı alın teriyle kazanan emeklinin hakkını geri verin!
HALKIN SÖZÜ: Vekile var bize yok mu?
Enflasyonu vatandaş değil beceriksizlik yükseltiyor
Merkez Bankası Başkanı Fatih Karahan çıkmış, “enflasyonun sebebi Türk halkı” demiş.
Neymiş efendim, halk yastık altına 500 milyar dolar altın saklıyormuş, bu yüzden enflasyon düşmüyormuş.
Pes doğrusu!
Yıllardır milletin cebine el atan, her adımda vergi yükünü artıran, faturaya, tüpe, elektriğe, arabaya, telefona ÖTV bindiren kim?
Yastık altındaki üç beş bilezik mi, yoksa yanlış ekonomi politikaları mı bu ülkeyi bu hale getirdi?
Bakın Sayın Başkan, 23 yılda 3 trilyon dolar vergi toplanmış bu ülkede. Bir vatandaş 100.000 lira maaş alıyorsa, bunun 27.750 lirası devlete gidiyor. Yetmiyor, aynı yıl içinde iki kez MTV ödüyor, markete girse fişin yarısı vergi!
Mutfak tüpünde ÖTV, tuvalet kâğıdında %20 KDV, nefes alsa vergi!
Peki bu kadar vergi nereye gitti?
Nerede bu paralar?
Vatandaşın cebinde yok, ülkenin kasasında yok, refah artmamış, üretim düşmüş, fabrikalar kapanmış.
Ama bir bakıyorsun, devlet kurumlarında israf diz boyu!
Lüks araçlar, şatafatlı binalar, bitmeyen makam odaları…
Vatandaşa “kemer sık” derken, siz neden gevşettiniz kemeri?
Sonra kalkıp diyorsunuz ki, “yastık altındaki altınlar ekonomiye kazandırılmalı.”
Vatandaş güvenmediği sisteme neden altınını teslim etsin?
Bugün 100.000 lirasını bozdursa, yarın değeri yarıya düşüyor.
Kusura bakmayın ama halk tasarrufunu değil, yönetenlerin savurganlığını sorguluyor artık.
HALKIN SÖZÜ: Gözünüzü altınlarımıza mı diktiniz?
Eğitim yaz boz tahtası
Eğitim sistemimiz…
Bir türlü “tutan” formülü bulamayan, her gelenin kendi imzasını attığı o meşhur deneme tahtası.
Bir dönem “8 yıllık kesintisiz eğitim” diye alkışladık. Sonra dediler ki “4+4+4 çok daha modern, çağdaş, esnek.” Şimdi o da rafa kalkıyor, sırada “2+2” veya “3+1” varmış.
Yani yine sil baştan!
Eğitim politikası bu ülkede öyle bir hale geldi ki, çocuklar değil sistem değiştiriyor; sistem, çocukları değiştiriyor.
Her bakan kendi döneminde yeni bir model deniyor, ama bu denemelerin sonuçlarını yaşayan kuşaklar oluyor.
Bir nesil TEOG’la büyüyor, diğeri LGS’yle, üçüncüsü MEB’in anlık ilhamlarıyla. Bakın, sorun sürenin kendisi değil; mantığın eksikliği. Eğitimi dört yıldan üçe indirmekle “başarılı nesil” yetişmez. Sorun, içerikte, vizyonda, öğretmende, okulda.
Siz sistemi değil, anlayışı değiştirmedikçe; adını ister 4+4+4 koyun, ister 3+1, aynı yerdesiniz: Başlangıç çizgisinde. Lise yıllarını kısaltmak değil, çocukların orada geçirdiği zamanı anlamlı hale getirmek gerek.
Bugün genç, okulda değil, sosyal medyada öğreniyor. Çünkü okulda öğretilen, hayatta işe yaramıyor.
Matematikle ilgisi olmayan çocuğa ikinci dereceden denklem dayatıyoruz, ama temel finans bilgisini anlatmıyoruz. Yani sorun süre değil, vizyon.
Ve vizyon değişmedikçe, sistem kaç parçaya bölünürse bölünsün sonuç aynı:
Ezberleyen, ama düşünmeyen bir nesil.
HALKIN SÖZÜ: “Yine deniyorlar”
2 şişe suya 170 tl ödediler
Aksaray’da bir işletme, iki şişe 0.33’lük suya 170 TL yazmış. Yanlış duymadınız: İKİ küçük su! Yani tanesi 85 lira. Ne içinde altın var, ne de şifalı kaynak suyu… Bildiğimiz “musluktan dolma” ama fiyatı “şampanya”.
Vatandaş fişi görünce haliyle delirdi, Ticaret Bakanlığı da sonunda “bardağı taşıran” bu suyun peşine düştü.
Denetim yapıldı, menüye bakıldı, faturalar istendi… Ama mevzu artık sadece o işletme değil. Çünkü mesele sadece “bir suyun fiyatı” değil, “vicdanın fiyatı”.
Son dönemde bazı işletmeler fırsatçılığı marifet sanıyor. “Turist geldi”, “enflasyon var”, “herkes yapıyor” bahanesiyle menüleri uzaya fırlattılar. Çay 90 lira, kahve 150, su 85… Yani artık dışarıda oturmak değil, oturmayı düşünmek bile lüks hale geldi.
Ama işte güzel haber şu: Şikayet eden o vatandaş, yalnızca kendi parasının değil, herkesin hakkının savunucusu oldu. Denetimler yayılmış, aynı bölgede 5 işletmeye daha işlem başlatılmış. Yani halk susmadıkça, o suyun hesabı soruluyor.
Fırsatçılar şunu iyi bilsin: Bu millet her şeyini affeder, ama “susuz kalmayı” affetmez.
HALKIN SÖZÜ: Hiç insafınız yok mu?