Helal sana çocuk
Bazen bir ülkenin hali, bir çocuğun duruşunda saklı olur.
Iğdır’da bir okul bahçesi…
Yağmur bardaktan boşanırcasına yağıyor.
Ama o küçük öğrenci, elinde çantasıyla büstün önünde duruyor.
Ne şemsiye var elinde, ne de bir ses “gir içeri” diyor.
O, başını kaldırmış Atatürk büstüne bakıyor ve İstiklal Marşı’nı söylüyor.
Her “korkma!” dediğinde, gökyüzü daha da gürlüyor sanki. Sanki bulutlar bile susuyor o sesin önünde.
Çünkü o ses, bir çocuğun değil; bu ülkenin kalbinin sesi.
Üşümüş, ıslanmış ama sapasağlam.
Çünkü saygı, montla değil yürekle giyilir.
Koca koca adamlar var bu ülkede,
Marş okunurken elleri cebinde duran, başını çevirmeye üşenen…
Bir de o var işte; yağmurun altında, tek başına duran o çocuk.
Atatürk’ün gözlerinin içine baka baka, “Ben buradayım!” diyor.
Bu ülkenin geleceği onun sesinde, onun dik duruşunda.
Bazıları için sıradan bir görüntü olabilir.
Ama bilen bilir: o sahne, bir milletin dirilişinin minyatürüdür.
Yağmur altında, tek başına, saygıdan ödün vermeden…
Atatürk’ün önünde dimdik duran bir çocuk.
‘Korkma, sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak;
Sönmeden yurdumun üstünde tüten en son ocak.
O benim milletimin yıldızıdır, parlayacak;
O benimdir, o benim milletimindir ancak.’ diyen bu çocuğu alnından öpüyor ve
‘Helal sana’ diyorum.
Sen bu ülkenin en güzel yerinde duruyorsun.
HALKIN SÖZÜ: İşte Atatürk çocuğu
Anam sen varken şekeri neyleyeyim
Bazen bir fotoğraf, bir video, binlerce kelimenin anlatamayacağını anlatır.
Geçtiğimiz günlerde, İsrail’in yıllardır hapsettiği Filistinli Ahmed’in annesine kavuşma anı sosyal medyada milyonlara ulaştı.
O anlarda yaşanan duygu seli, yürekleri dağladı.
***
İki yıldır evladına hasret bir anne…
Ve iki yıldır annesinin kokusunu içine çekememiş bir evlat…
Kavuşma anında birbirlerine öyle bir sarıldılar ki, sanki o kucakta bütün acılar, bütün yorgunluklar, bütün savaşlar eriyip gitti.
Annesi, “Oğlum, sana şeker getirdim” derken, Ahmed’in dudaklarından çıkan cümle yüzyıllar boyu unutulmayacak türdendi:
“Sen varken ben şekeri neyleyeyim anne?”
***
Ne güzel demişti o çocuk…
Bir annenin varlığı, dünyanın bütün tatlarından daha tatlıdır.
Oysa Filistin’de nice anne, nice evlat birbirine sarılamıyor.
Kimileri bir mezar taşına dokunuyor, kimileri sadece bir fotoğrafa…
Ama o gün, o anneyle o oğul, dünyanın vicdanını bir anlığına uyandırdı.
Bu görüntü, bize bir kez daha gösterdi ki; savaşların kazananı yoktur.
***
Bombaların altında ezilen sadece binalar değil, insanlığın kendisidir.
Ve her kavuşma, bir mucizedir artık o topraklarda.
Ahmed’in “Sen varken ben şekeri neyleyeyim” sözü, bir evladın saf sevgisinin, bir annenin kutsal sabrının özeti gibiydi.
***
Belki de bizlere unuttuğumuz bir şeyi hatırlattı:
Hayatta en büyük mutluluk, sevdiklerine sarılabilmektir.
Gerisi boş…
Gerisi yalan…
HALKIN SÖZÜ: Savaşın kazananı olmaz
80 TL’ye su mu olur!
Esenboğa Havalimanı kalabalık.
Kimisi kahve kuyruğunda, kimisi uçağını bekliyor.
Derken bir ses yükseliyor terminalin ortasında.
Bir çiftçi, elinde bir şişe suyla bağırıyor:
“Bir su 80 lira olur mu? Elim titredi! Yazık, günah!
***
Kimin eli kimin cebinde belli değil artık!”
Herkes dönüp bakıyor.
Ne kavga var, ne tartışma…
Ama o ses, bütün gürültüyü susturuyor.
Adam belli ki köyden gelmiş, üzerinde yıpranmış bir mont, yüzünde güneş izi.
Bir şişe su almış ama içemiyor.
Sanki o suyun tadı değil, fiyatı yakıyor boğazını.
Tarlasında tonlarca suyla uğraşmış bir adam o.
Toprağa can verirken hiç hesap yapmamış.
Ama havalimanında bir şişe su alırken eli titriyor.
İşte en acısı da bu.
O an oradaki herkes susuyor.
Kimse “abartma” diyemiyor.
Çünkü o çiftçi, aslında herkesin içinden geçen şeyi söylüyor.
80 lira sadece bir fiyat değil artık.
O rakam, insanların cebine, kalbine, vicdanına dokunan bir sembol.
Bir şişe suyu elinde tutan o adam, aslında bir ülkenin halini anlatıyor.
***
Suyu aldı ama içemedi.
Çünkü 80 liralık o su, adamın içine evlat acısı gibi oturdu.
HALKIN SÖZÜ: Siz de hiç vicdan yok mu?