Konumuz; naylon fatura.
Yani, herhangi bir mal teslimi veya hizmet ifası olmadığı halde düzenlenen sahte belge.
Sahte fatura veya diğer bilinen adıyla naylon fatura, ticari faaliyetlerde bulunan kişilerin yasal düzenlemelere aykırı olarak kestikleri ve gerçek olmayan bir işlemi yansıtan faturalardır. Bu tür faturalar, genellikle vergi kaçırma, kara para aklama ve diğer yasa dışı faaliyetlerin gizlenmesi amacıyla kullanılır. Sahte faturalar, gerçek bir ticari işlemi yansıtmazlar ve genellikle işletmeler arasında yapılan alışverişlerde kullanılır. Sahte (Naylon) faturaların düzenlenmesi, vergi sisteminin sağlıklı işleyişini bozar ve devletin vergi gelirlerini olumsuz etkiler. Ayrıca, sahte faturaların kullanılmasıyla işletmeler arasında gerçek olmayan bir rekabet ortamı oluşabilir ve haksız kazanç elde edilebilir.
Buraya kadar teknik bilgi.
Şimdi gelelim konumuza.
“Kamu vakfı” Yunus Emre Vakfı’na bağlı enstitüdeki “naylon fatura” skandalına ilişkin soruşturmayla ilgili iki iddianame düzenlendi. Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı, aralarında vakfın Özel Kalem Müdürü Mustafa Duru, Destek Hizmetleri Dairesi Başkanı Murat Çakır ve firari eski Başkan Şeref Ateş’in oğlu Enes Ateş’in de bulunduğu 23 şüpheli hakkında “hizmet nedeniyle güveni kötüye kullanma” ve bu suçtan elde edilen gelirlere ilişkin olarak “suçtan kaynaklanan mal varlığı değerlerini aklama” iddiasıyla 2 ayrı iddianame düzenledi. Almanya’ya kaçtığı belirlenen eski Vakıf Başkanı Şeref Ateş’in dosyası ise firari olması nedeniyle ayrıldı.
Uydurma/kurgulanmış satın alma dosyaları
Peki soruşturma nasıl başladı?
Tarih 25 Aralık 2024.
Vakıflar Genel Müdürlüğü Rehberlik ve Teftiş Başkanlığı, Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı’na bir rapor gönderdi. Raporun konusu iddianamede şöyle anlatıldı:
“Raporda belli edilen birtakım şirketler ile ilgili olarak incelemelerin yapıldığı, gerçek bir ticari amaca matuf herhangi bir mal teslimi veya hizmet ifası olmamasına rağmen şirketler uhdesinde sahte faturalar düzenlendiği, sahte faturalara konu miktarların Yunus Emre Vakfı’ndan belirtilen şirketlere ödendiği…
“Gerçek bir mal teslimi veya hizmet ifasına konu olmayan hukuka aykırı süreçte olur taleplerinin şüpheliler Murat Çakır ve Mustafa Duru tarafından şüpheli Şeref Ateş’in onayına sunulduğu, Şeref Ateş tarafından olur verildiği… Yunus Emre Vakfı’nın bu suret ile zarara uğratıldığı iddia edilmiştir…”
Yine iddiaya göre; alımların büyük çoğunluğunun enstitü başkanına (Şeref Ateş) verilen harcama limitinin üzerinde olduğu, ancak yüksek montanlı bazı alımların başkana, yani Ateş’e tanınan harcama limitinin altında kalacak şekilde kısımlara bölündüğü ve bu şekilde harcama yetkisinin usulsüz olarak Ateş tarafından tek başına kullanıldığına yer verildi. Vakfın mevcut zararının şu ana kadar 64 milyon lira olduğu belirlendi.
14 yıl hapis cezası istenen iddianamenin “Sonuç ve Değerlendirme” bölümünde şu tespitler yer aldı:
“Başından sonuna uydurma/kurgulanmış satın alma dosyaları usulsüz işlemler sonucunda vakfın, Yunus Emre Ensititüsü eski Başkanı Şeref Ateş’in oğlu Enes Ateş ile bağlantılı olduğu değerlendirilen firmalar tarafından maddi zarara uğratıldığı Vakıflar Genel Müdürlüğü teftişi sonucunda tespit edilmiştir.”
Sonuçta, 9 şirketin tamamen paravan olduğu ve komisyon karşılığı sahte fatura kesmekten başka varlık amaçlarının bulunmadığı, 6 şirketin ise firari Şeref Ateş’in oğlu Enes Ateş ile irtibatlı olduğu belirtildi.
19 yıl önce “düz ova” diyen Ağar bugün ne diyor?
19 yıl önce.
1 Ekim 2006’da PKK ateşkesi ilan etti. Bu ateşkese beklenmedik bir yerden destek geldi.
Tarih: 8 Ekim 2006.
Güneydoğu illerini kapsayan bir geziye çıkan dönemin DYP Genel Başkanı Mehmet Ağar, ilk durağı Diyarbakır’da, Türkiye’nin bölünme korkusundan vazgeçmesi gerektiğini söylemiş ve “Yukarıda elde silahla mı dolaşsın, ovada siyaset mi yapsın? Ama etnik ayrıma dayalı siyaset yapılamaz” diye konuşmuştu. O dönem “güvenlikçi” politikaların mimarlarından biri olduğu iddia edilen Ağar şu cümleleri kurmuştu:
“Türkiye kendi meselesini dışarıya havale edemez, ederse ayağı çürük olur. Bu mesele ABD’ye de Irak’a da havale edilemez. Onların yardımı olacaksa bile inisiyatif bizde olmalı. Türkiye bölünme korkusundan kurtulmalı. Buradan çok Diyarbakırlı, İstanbul’da oturuyor. Kimse İstanbul’u bırakıp ayrılmak istemiyor. Ha bölmek isteyen yok mu; var ama onlar toplumun önünde değil.
“Bugün dağda çocuklar varsa, yolunu bulup indireceksin. Hükümetin bir projesi varsa desteğe hazırız. Bir görelim projelerini. Bir daha silah patlamamasını sağlamak lazım. Bu süreç yürütülmeli. Devlet husumet yeri olamaz, kendi insanına husumet duyamaz. Her devletin geçmişinde vatandaşını affetmek vardır. (Af mı diyorsunuz, sorusu üzerine) Gerekirse af da. Ama hükümeti görelim, ne önerecek. Ha yukarıda silahla mı dolaşsın, ovada siyaset mi yapsın. Ama etnik ayrıma dayalı siyaset yapılamaz. İlke müşterek vatan, bölünmez bütünlüktür.”
19 yıl öne “düz ova” diyen Mehmet Ağar bugün “PKK’nın silah bırakmasına” ne diyor?