Hatay İskenderun’da vatani görevlerini yapan muhafız Er Hayrullah Halit Karaman ve ikmal Er Semih Erdoğan şehit oldu.
Millî Savunma Bakanlığı toplam yedi erin yüksek ateş şikayetiyle sağlık kuruluşlarına başvurduğunu, iki erin sıvı kaybına bağlı organ yetmezliği nedeniyle şehit olduğunu açıkladı.
Bakanlığı açıklaması ve otopsi raporuna bakılırsa iki somut bulgu var:
Yüksek ateş ve sıvı kaybı.
Yedi kişide aynı anda bu iki bulgunun ortaya çıkmasının iki nedeni olabilir:
1) Kolera, salmonella, e.coli, gastroenterit gibi biyolojik durumlar.
2) Isı bitkinliği, güneş çarpması, yanıklar ve cilt üzerinden sıvı kaybı gibi fiziksel durumlar.
***
MSB açıklamasında sıvı kaybının ve yüksek ateşin gerekçesi yer almamıştı.
- Eğer sorun biyolojikse, yani salmonella, e.coli, gastroenterit gibi ağır enfeksiyon hastalıkları yaşanmışsa arkasında ciddi bir gıda zehirlenmesi ya da ağır hijyen sorunları yatıyor olabilir.
- Eğer sorun fizikiyse, askerlerin eğitim alanındaki fiziki durumlarıyla ilgili ciddi sorunlar olabilir. Çocuklar yüksek sıcaklıkta saatlerce güneşin altında kalmış olabilir.
Bu da bize (arkasında fiziki ya da biyolojik hangi neden olursa olsun) her iki durumda da büyük bir ihmal ve suistimal olduğunu gösterir.
O nedenle de bu konunun derhal aydınlatılması, kusuru olan komutanların hiyerarşik silsileye göre tespit edilmesi ve gereken cezanın verilmesini gerektirir.
***
Bu arada parantez açıp şu ayrıntıya dikkat çekmek isterim: Bu ülkede Gülhane Askeri Tıp Akademisi diye bir kurum vardı. Askeri hekimler, hemşireler yetiştirirdi.
Onlar da TSK mensuplarının karşılaştığı sağlık sorunlarında hızlıca devreye girerdi. Hepsi harp hekimliği alanında uzmanlaştığından sivil hastanelere göre daha etkili sonuçlar alırdı.
İktidar ne yazık ki siyasi hırsından GATA’yı da bitirdi.
TSK en önemli sac ayaklarından birini yitirdi.
Emin olun bu son olayda da sağlık müdahaleleri sırasında Mehmetçik GATA’nın yokluğunu hissetmiştir.
***
Parantezi kapatıp gerçeklerle yüzleşmeye devam edelim.
Er Hayrullah Halit Kahraman’ı ve Er Semih Erdoğan’ı aileleri silahlı kuvvetlere teslim etti. Düşmanla savaşırken şehit düşselerdi aziz hatıralarına dört elle sarılır, onlarla gurur duyar, “vatan sağ olsun” derdik.
Ancak ölümler ihtiraslı komutanların ağır fiziki baskıları ya da gıda ihalelerindeki absürtlükler yüzünden yaşanmışsa durum değişir.
Yaşananların hesabını sormak gerekir.
Birilerinin çıkıp hesap vermesi gerekir.
Yazımın bu bölümünde hiçbir yasal engelleri olmadığı halde NEFES muhabirlerine keyfi bir akreditasyon yasağı uygulayan Milli Savunma Bakanı Yaşar Güler ve Bakanlık Sözcüsüne şunu söylemek istiyorum:
Akreditasyon yasağı gibi boş beleş keyfi işlerle uğraşacağınıza, milletin “Peygamber Ocağı” diyerek çocuklarını teslim ettiği birliklerinizde yaşanan bu ölümcül durumların önüne geçin. Geçemiyorsanız, hiç değilse neden olanlardan hesabını sorun, sorumlu makamlarda olanlar olarak siz de hesabını verin!
UNCLOS tartışmasında kim haklı?
Türkiye, Ege adalarına 12 deniz mili karasuları belirleme hakkı veren 1982 tarihli BM Deniz Hukuku Sözleşmesi’ne (UNCLOS) taraf olmamıştı. Hatta TBMM’de karar alarak Yunanistan’ın karasularını 12 deniz miline çıkarması halinde bunu “savaş nedeni” sayacağını bütün dünyaya ilan etmişti.
Lahey Grubu adıyla bir araya gelen ülkeler 13 Temmuz’da Kolombiya’nın başkenti Bogota’da “Filistin için Acil Konferans” topladı. Toplantıda Türkiye’yi bir Dışişleri Bakan Yardımcısı temsil etti. Toplantı sonunda bir ortak açıklama yapıldı. Ortak açıklamada yer alan eylem planında şu maddeler öne çıktı:
- İsrail’e silah, mühimmat, yakıt, askeri malzeme ve çift kullanımlı teknolojilerin transferini engellemek,
- Riskli gemilerin transit, liman, bakım hizmetlerini durdurmak,
- Kendi bayrağındaki gemilerin yasaklara uymasını sağlamak,
- Kamu sözleşmelerini inceleyip İsrail’in işgal politikalarına dolaylı destek sağlanmasını önlemek,
-Ulusal/uluslararası düzeyde insanlık suçları için tarafsız soruşturma ve yargı süreçleri başlatmak,
- Evrensel yargı prensipleri doğrultusunda sorumluların yargılanmasını desteklemek.
30 ülkenin imza attığı bu belgeye Türkiye imza atmadı. Gerekçe olarak da iki ve üçüncü maddelerde “UNCLOS da dahil” denilerek uluslararası anlaşmalara uyum şartı konulması gösterildi.
Türkiye’nin bu belgeyi imzalaması Yunanistan ve Kıbrıs Rum Kesimi’nin “Türkiye UNCLOS’u tanımıyor ama atıf yapılan bir belgeyi imzaladı” diyerek 12 mil konusunda yanlış adımlar atmasını teşvik edebilirdi.
Gördüğünüz gibi diplomatların imza atmama gerekçesi haklı gibi görünüyor.
Ancak ortak açıklama ve eylem planının tamamına bakıldığında da Filistin için samimiyet testi gibi görünen bu anlaşmanın dışında kalmak da Türkiye’ye yakışmadı.
Diplomasi ortak bir dil bulma becerisidir.
Ne yazık ki Hakan Fidan’ın ekibi Filistin için hayati olan o ortak dili bulup ortak metne koyamamış görünüyor.