Bu aralar gençlerin yurt dışına çıkmak için sergilediği çabaya şahit oluyorum. Üniversitelerden kabul ve burs kovalayanlar, büyükelçilik kapılarında vize bekleyenler, gidecekleri yerde kalacak yer bakanlar...
Gerçekten zor işler.
***
İki gün önce önüme bir video düştü.
İngiltere’de yaşayan bir genç kadın hazırlamış. Profilinden anladığım İTÜ mezunu bir mimar ve Greenwich Üniversitesi’nde stratejik pazarlama okuyor.
Kendisinin de zaman zaman göründüğü Londra görüntüleri üzerine şöyle bir metin seslendirmiş:
“’Ya mis gibi İngiltere’de yaşıyorsun ne derdin olacak?’ diyenlere...
Kalmak için sponsorlu iş bulmak zorundayım ve devlet bunu sürekli zorlaştırıyor (Bir şirketin bir yabancıya vize sponsoru olması için en az yıllık 38 bin pound brüt ücret vermesi gerekiyor. Bu rakamı 41 bin pounda çıkarma girişimleri var. Çalışma vizesiyle kalıcı oturum ve vatandaşlık almak için 5 yıl bu koşullarda çalışmak gerekiyor. Hükümet bu süreyi de 10 yıla çıkarmak istiyor.)
Geçinmek için uzun süre kafelerde çalışıyorum (Saatlik ücreti maksimum 12-13 pound olan işlerde çalışıyorlar. Bir çeşit emek sömürüsü).
Ev tutmak çok zor ve çok pahalı ya altı ay peşin öde ya kefil göster ya da küçücük bir oda kirala tanımadığın insanlarla yaşa (Oda parası dahi 750 poundun altına düşmüyor) ...
Hayata baştan başla tekrar okula git, arkadaş edin, ehliyet al, hayat pahalılığına alış...
Maaşın hepsi yeme içme toplu taşıma gitsin.
Sevdiklerinden uzakta çoğu zaman yalnız.
Hava desen berbat, yaz günü yağmur yağıyor.”
***
Genç kadın, videoyu izleyenlerin aklına gelebilecek olası soruyu da kendisi seslendirmiş:
“Madem bu kadar zor niye gittin kardeşim diyeceksiniz.”
Bu sorunun ardından da “ne yazık ki bundan daha kolay” demiş ve cevabı çarpıcı bir videoyla vermiş.
Görüntülerde polis, gaz, tazyikli su, cop, gözaltılar, tutuklamalar, yangın ve deprem felaketleri, öldürülen hayvanlar, kadın cinayetleri, her türlü zorbalık, çeteler, sahte diplomalar, yandaş olmayanların elendiği, liyakatsiz yandaşların taltif edildiği mülakatlar, yandaş kayırmalar ve daha neler...
Görüntülerin üzerinde ise Mor ve Ötesi grubunun ünlü şarkısı “bir derdim var” çalıyor...
***
Gerçekten de öyle...
Bu çocukların hepsinin bir derdi var.
Huzurlu bir ülkede yaşamak istiyorlar.
Daha fazla özgürlük istiyorlar.
Medeni, kurumları ve kuralları olan bir ülke arzuluyorlar.
Her gün karşılaştıkları haksızlıklara tahammül edemiyorlar.
Hukuk devleti istiyorlar, bekliyorlar.
Eşitlik istiyorlar.
Kendilerini ifade etmeyi olmazsa olmaz görüyorlar.
Yaşam tarzlarına karışılmasından nefret ediyorlar.
Tırnaklarıyla geldikleri noktalarda mülakatlarda torpillilere yenilmek istemiyorlar.
Onların büyük emek harcayarak elde ettikleri diplomaları, kariyerleri, birilerinin tavassutla liyakatsiz bir şekilde elde edebilmesine çıldırıyorlar.
***
Her şeyden önemlisi bir umutları olsun istiyorlar.
İngiltere’de o zorluklara katlanan genç en geç 5 yıl sonra sürekli çalışma izni ya da vatandaşlık aldığında daha güzel bir hayata kavuşacağını biliyor. Geleceğe dair umut besliyor. O sıraladığı zorlukların geçici olduğunu ve sonunda biteceğini biliyor.
Ne yazık ki ülkemizde bir genç kendi geleceğini görmekte zorlanıyor.
Ülkedeki kutuplaşmanın, yoksulluğun, adaletsizliğin, yasakların, yolsuzlukların geçici olduğuna dair en ufak bir sinyal göremiyor.
İktidarın otoriter uygulamaları, ülkeyi her geçen gün biraz daha sarıp sarmalayan vasatlık, gençlerin geleceğe dair umutlarını kırıyor.
***
Geçenlerde 23 yaşında ODTÜ Felsefe Bölümünden bir öğrenciyle sohbet ettim. O Türkiye’de kalıp mücadele etmekten yanaymış. Ancak o da son zamanlarda gitmeyi düşünmeye başlamış.
“Neden?” dedim.
“Her şeyi kendime dert ediyorum” dedi.
Anlamadım. Kişisel sorunlar olup olmadığını sordum.
“Hayır” dedi ve sürdürdü:
“Kişisel hiçbir sorunum yok. Ancak öğrencilerin gösteri yaptığı için tutuklanmasını dert ediyorum. Uykularım kaçıyor. Rektörün ODTÜ’yü polisin antrenman sahası yapmasını dert ediyorum. Bir akademisyen olarak gençlerin yanında yer alması gerekirken Rektör polisin ve gücün yanında olmayı seçiyor. Ben bunu dert ediyorum.
Belediye başkanlarının ikna edici olmayan iddialarla tutuklanmasını dert ediyorum.
Hayvanların zehirlenmesini dert ediyorum.
Ormanlar yanarken seyirci kalmamızı dert ediyorum.
Rusya’da 8,8 büyüklüğünde depremde bir kişi bile ölmezken bizde depremlerin on binlerce insanın öldüğü felaketlere dönmesini dert ediyorum.”
***
Daha devam ederdi ama ben konuyu değiştirdim.
20’li yaşların başında benzer şeyleri biz de dert ederdik. Hâlâ da dert ediyoruz.
Ancak yeni gençlerle aramızda büyük bir fark var.
Biz dert ettiğimiz sorunları ortadan kaldırmak için kalıp mücadele etmeyi, gerekirse bedel ödemeyi seçtik. Enseyi karartmadık.
Onlar ise umutsuzluğun girdabındalar ve umut ve gelecek görecekleri yerlere göç etmek niyetindeler.
Belki iktidarın amacı da budur.
Ülkeye, Cumhuriyete, medeniyete, refaha, eşitliğe, özgürlüğe, adalete dair bir derdi olanların umudunu tamamen yitirip bırakıp kaçmasını...
Böylece kendi arzuladıkları dikensiz gül bahçesine kavuşacaklardır.