Siz hiç işkence ya da kötü muamele gördünüz mü?
Hiç ışık almayan bir hücrede gündüz karanlıkta, gece ise ışıklar açık tutuldunuz mu?
O hücrede bulunduğunuz sürece, uyumayasınız diye her an her saat her gün kesintisiz arabesk müziğe maruz bırakıldınız mı?
Tuvalete giderken dahi gözü bağlı kaldınız mı?
İktidarsızlığının sebebini meslek gereği yaşadığı zorluklar olarak gören ve acısını sizden çıkarmaya çalışan bir kolluk mensubuyla karşılaştınız mı?
Açlığınızı ekmek arası salçalı makarna ile bastırmaya çalışıp mutlu oldunuz mu?
Güne “keşke bugün sadece kaba dayakla sınırlı kalsalar” temennisiyle başladınız mı?
Vücudunuzun bütün ağırlığını arkadan bağlanıp asılan kollarınızın bağlı olduğu omuzlarınızda hissettiniz mi?
Elektrik akımının en hassas yerlerinizden vücudunuza doğru yayılırken yarattığı acıyı yaşadınız mı?
Ertesi gün aynı şeyleri tekrar tekrar yaşamamak için ölmek istediniz mi?
Hele hele bütün bunları suçsuz yere yaşadınız mı?
***
Bu satırları, yazdıklarımın birçoğunu bizzat yaşamış biri olarak yazıyorum.
Bunları yaşayan biri hangi duyguyu yaşarsa, ben de CHP Diyarbakır Milletvekili Sezgin Tanrıkulu’nu TBMM kürsüsünde dinlerken de aynı duyguyu yaşadım.
Çağlayan’da karşılaştıkları karşısında dayanamayıp bir duvarın dibinde ağladığını anlatan Tanrıkulu, genç bir kadın öğrencinin, mahkeme dosyasına girdiği için artık alenileşmiş şu ifadesini okudu:
“Saçımdan çekildim. Yerde sürüklendim. Kelepçe takmaya götürürken ‘korkma seni dövmeyeceğim’ dedi. Ambulansın arkasına götürdü. Sakallı, bıyıklı, renkli gözlü ve uzun boylu 1,85-1,90 boyunda olan erkek polis, ‘senin göğüslerin mi var’ dedi ve göğüslerime dokundu. O esnada altıma kaçırmışım.”
***
Tanrıkulu, “lanet olsun” diye bitirdiği konuşmasını yaparken, AK Parti sıralarında kimileri kendi aralarında sohbet ediyordu. Belki de dedikodu yapıyorlardı. Belki de fıkra anlatıp gülüyorlardı.
Oturduğum, göz yaşlarımı tutamadığım yerden ben de “lanet olsun” dedim
Ne kadar acı bir tablo değil mi?
Tanrıkulu AK Parti’nin kadın milletvekillerine özellikle seslendi.
Ben hepinize sesleniyorum ve soruyorum:
O çocuk sizin çocuğunuz olsa ya da bizzat siz olsaydınız ne hissederdiniz?
***
Anayasası, kanunları olan, vatandaşlarının Anayasa ve kanunlardan gelen temel hak ve özgürlükleri bulunan bir ülkede böyle bir olay yaşanırsa ne olur?
Devlet seferber olur.
Devleti temsil eden, devletin verdiği üniformayı giyen hiç kimsenin devletin verdiği yetkiyi ve gücü bu şekilde suistimal edemeyeceğini herkese gösterir.
İddiayı önemser.
O mağdur gencin yakalandığı günü, saati, yeri tespit eder.
O yerde o saatte görev yapmış bütün görevlileri bulur.
Orada o gün kaydedilmiş bütün görüntüleri toplar, inceler.
Tarife uyan o “erkek” polisin kimliğini tespit eder.
Sonra da “Devlet sana taciz, kötü muamele yetkisi vermedi” diyerek gereğini yapar.
***
Peki Milattan Sonra 2025 yılında Türkiye Cumhuriyeti’nde, AK Parti iktidarında böyle bir olay yaşanırsa ne olur?
Adalet Bakanı, İçişleri Bakanı çıkar iddiayı peşin peşin “iftira” gibi gösterir, gündeme getirenleri “hain” ilan eder.
O tacizci görevli bakanlarının tavrından aldığı güçle “ben devletim kimse dokunamaz” güvencesiyle yaptığının yanına kar kalacağından emin bir şekilde hayatına devam eder.
Koca koca milletvekilleri, avukatlar çaresizlikten oturur duvar dibinde ağlar. Bir Milletvekili Meclis kürsüsünden “lanet olsun” diye isyan eder.
Ne milletvekilinin isyanı ne tacize uğrayan genç kadının acı ifadesi İktidara ve sarhoşluğu yaşayan kurumuş vicdanlara ulaşamaz.
Bilakis uğradığı taciz karşısında altına kaçıran o genç kadını “kolluk kuvvetlerine mukavemet” suçuyla suçlarlar.
***
O genç kadın, “utanır anlatamaz” diyenleri utandırırcasına size sesleniyor.
O Milletvekili “dinlemezsem duymam” diyenlerin kulağını yırtarcasına size sesleniyor.
İşkence insanlık suçudur beyler, hanımlar ve o taciz hepimizedir.
Bu suç karşısında gözünüz, kulağınız ve hatta vicdanınız bu kadar kararmış olamaz.