Avrupa Birliği (AB), her yıl usanmadan Türkiye raporunu yayınlıyor. Demokrasi, hukuk devleti, temel haklar… Kopyala-yapıştır eleştiriler, vaat gibi duran öneriler, sitem dolu uyarılar…

Sonra ne oluyor? Hiçbir şey… Bir taraf “değerlerimiz” diyor. Öteki taraf “çifte standardınız” diye çıkışıyor. Ritüel bozulmuyor.

Bir dost gibi davran bana… Herkes bizi öyle bilsin… Bugün burada bütün olanlar… Saklı, gizli sürüp gitsin!

***

AB, 2018’den beri Türkiye ile üyelik müzakerelerini fiilen “dondurduğunu” söylüyor. Gerekçeleri, hukuk bozuk, yargı bağımsız değil, ifade özgürlüğü yok, medya susturuluyor, temel haklar kısıtlanıyor, AİHM kararları uygulanmıyor…

Hepsi doğru da ne yapacaksınız bu konuda? İşte tam da burada hikaye değişiyor.

Zira raporda gayet soğukkanlı bir dille; “Türkiye, milyonlarca sığınmacıya ev sahipliği yapan kilit ortak. Göç akınlarının kontrolünde kritik ülke. İş birliği hayati önemde...” yazıyor.

Güzel kardeşim hiç uğraşma, şöyle yaz rapora; “Sen içeride ne yaparsan yap… Yeter ki botlar Ege’yi geçmesin.”

Gerisi Avrupa’nın umurunda mı? İşte bu ikiyüzlülük, ilişkinin sahte olduğunu değil, sadece farklı bir temel üzerine kurulu olduğunu gösteriyor. Bu temel “değerler” değil, “çıkarlar”.

***

Ankara cephesine bakalım… Yıllardır aynı açıklama; “Tam üyelik stratejik hedefimiz” Peki bu hedef için ne yapılıyor?

Hukuku güçlendirmek? Yok. AİHM kararlarını eksiksiz uygulamak? Yok. Seçilmiş yerel yöneticilere kayyum göndermemek? Yok.

Buna karşılık ne var? “Kapıları açarız ha!”, “Bu kadar mülteciyi tek başımıza mı tutacağız!”, “AB sözünü tutmazsa biz de gereğini yaparız!”

Sonuç ne oluyor? Milyonlarca sığınmacı Türkiye’de yaşıyor. Peki ülkenin net bir göç politikası var mı? O da yok! Ne var peki?

Kayıt dışı, ucuz iş gücü olarak kullanılan insanlar… Sanayi sitelerinde, merdiven altı atölyelerde, tarlalarda üç kuruşa çalıştırılanlar…

***

Yine de kapıyı kapatıp Avrupa’ya gitmelerini engellemenin bir bedeli var.

AB, 2012’den bu yana mülteciler için Türkiye’ye milyarlarca Euro ödeme yaptı ve yapmaya devam ediyor. Bu para, bir “üyelik fonu” değil, bir “hizmet bedeli” olarak faturalandırıyor.

Devlet, ucuz iş gücünden memnun, bazı işveren kesimi memnun, AB göçün tutulmasından memnun… Bütün bu tablonun faturasını ödeyen koca bir toplum!

***

Herkes rolünü ezberlemiş… AB, Türkiye’yi “aday ülke” diye adlandırıp gecelik ilişki yaşıyor. Türkiye de “Üyelik hedefimiz geçerli” deyip takılıyor.

İlişkinin gerçek adı bildiğin “göçmen” pazarlığı… Soran olursa “Avrupa değerleri” diyeceğiz ama… Sahi… Avrupa’nın bir konuda şerefli davrandığını en son ne zaman gördünüz acaba?