20’nci yüzyıl eli kanlı hırsız çok diktatör gördü. Bunlardan biri de Ferdinand Marcos idi. 1965-1986 yılları arasında Filipinler devlet başkanlığı yaptı.
Uluslararası Af Örgütü kayıtlarına göre Marcos rejimi belgelenmiş; 3 bin 257 yargısız infaz, 35 bin işkence yaptı, 70 bin kişiyi hapse attı.
Kurbanlar, herhangi bir arama emri olmaksızın baskınlara uğradı. Tutuklama, Arama ve El Koyma Emirleri (ASSO), olağan bürokratik süreçten geçmedi ve bazen sadece tutuklanacak kişilerin listelerinden ibaretti. Önceden soruşturma yapılmaması nedeniyle, askeri personel tutuklanacak kişilerin listesine isim ekleyebiliyordu!
Solcu bilinen herkes hedef yapıldı: Binlerce kişi Senatör Ninoy Aquino gibi suikaste uğradı, Senatör Ramon Mitra gibi ölümcül işkenceden geçirildi...
Albay Rolando Abadilla, Teğmen Rodolfo Aguinaldo gibi baş işkencecileri eğiten CIA idi.
Marcos diktatörlüğü tarafından kullanılan işkence yöntemlerinin listesini yazmayayım mideniz bulanır. Mesela, kimi tutuklular, ölü arkadaşlarını yemeleri/yamyamlık yapmaları için işkence gördü...
Marcos’un diğer diktatörlerden farkı vardı; cinayetlerini saklamadı aksine parça parça edilmiş cesetleri-halkı korkutmak için- yol kenarlarına bıraktırırdı!
Bazen kurbanların beyinlerini çıkarıp kafataslarının içine kanlı iç çamaşırları koyarak sokakta sergiledi!
Marcos’u hatırlatmamın sebebi var:
Sosyal medya teşhiri
Sosyal medyayı elimden geldiğince takip etmemeye çalışıyorum. Zaten gazetecilik yapmasam hiç ilgilenmem.
Ne zaman insanlar ile ilgili mesajları okusam dilimde hayli sert sözcük oluyor: “Habis”...
Habis, Türkçede (ve İslami dilde) şu anlam katmanlarına sahip: Ahlaken bozuk, zararlı, pis, yoz, içten içe çürüten, sadece yanlış değil, zehirleyici olan…
Biliyorum kelime çok ağır; ama şu gerçekle yüzleşmeliyiz:
Birey ve dilin çürümesiyle karşı karşıyayız.
Habis kişiliğin ıslah edilmesi zordur, içten çürüktür ve
tedavi edilmezse topluma-ülkeye yayılır.
Bir ülke kötü olduğu için değil, habisleştiği için sorunlu hale gelir. Evet bu olguyla yüzleşmek gerek. Habislik sadece “yanlış” olmak değildir.
Habis olan şey normalmiş gibi sunulur ama zararlıdır, bulaşıcıdır, çürütür…
Yani sorun, bir insanın hata yapması değil; hatasını savunması, yayması ve başkalarına bulaştırmasıdır.
Eskiden kötülük gizliydi. Ayıp saklanır, utanılacak şeyler fısıltıyla konuşulurdu.
Bugün ise tam tersi, kötülük gösteriliyor, süsleniyor ve alkışlanıyor.
Kimse kendini kandırmasın; sosyal medya bize bir şey yapmadı. Bizi olduğumuz haliyle vitrine koydu.
-Küfür artık öfke değil, “stil”...
-Yalan artık utanç değil, “strateji”...
-Linç artık vicdan değil, “haklılık”...
-Ahlâksızlık artık sapma değil, “özgüven”...
Sosyal medya vitrininde olanlara “ayna” tutmalıyız. Çünkü,
bugün sosyal medya “caddelerinde”-“sokaklarında” Marcos’un işkenceyle öldürülmüş “cesetleri” gibi yalanlar sergileniyor!
Kötülüğün normalleşmesi
Bugün en büyük tehlike, kötü insanların çoğalması değil, kötülüğün normalleşmesi…
Habisliğin en güçlü yakıtı şu: “Ben haklıyım.”
İtibarıyla sosyal medyadaki birey, kendini sorgulamaktan uzak:
-Kırarken, “doğruyu söyledim” diyor…
-Aşağılarken, “eleştiri yaptım” diyor…
-Yalan söylerken, “amaç kutsal” diyor…
Bu noktada kötülük artık bilinçsiz değil, bilinçlidir!
Peki… Sosyal medyada kötülük neden bu kadar rahat? Çünkü artık bedeli yok. Utanma yok. Geri çekilme yok. Özür yok...
Yanlış yapan değil, yanlışı işaret eden rahatsız ediliyor.
Sessiz kalmayan “fazla hassas”, bağıran “samimi” sayılıyor. Bu, ahlaki çöküşten çok daha fazlası; ahlâkla alay etme halidir!
Maalesef bu durum, seçilmiş bir azınlığın değil, yaygın alışkanlığın sonucu. Kimse doğuştan habis değil, ancak herkes habisleşmeye açık…
Sebebi belli; “tık alma” sayısı cesaretlendirir, beğeni-alkış niceliği vicdanı susturur…
Habislikten çıkış yolu var mı? Var ama kolay değil.
-Daha çok bağırarak değil…
-Daha sert hakaret ederek değil…
-Daha “haklı” görünerek hiç değil…
Şu değerler hayata geçirilmelidir:
-Sözün yeniden sorumluluk kazanması…
-Utancın geri çağrılması…
-“Ben de yanlış yapabilirim” cümlesinin tekrar kurulması…
Yani terbiye...
Marcos’un işkenceyle öldürdüğü solcuları sokaklarda sergilemesi ne ise, sosyal medyanın habisliği de vicdanı öldürüp, teşhir etmeyi normalleştirmesi bakımından odur!
“Klavye işkencecilerine” hatırlatmak isterim:
Ferdinand Marcos da gücün ebedi olduğunu sandı; ülkesinden kaçtı, sürgünde öldü. Devran döner. Kininizi büyütmek yerine ruh sağlığınızı onarmayı deneyin...