Cumhurbaşkanı Başdanışmanı ve sürecin önemli aktörlerinden Mehmet Uçum aylardır hep şu cümleyi kuruyor:

“Kürtler kurtuluş ve kuruluşla ortaya çıkan milletin asli unsurudur. Yani Kürtler, Türk Milletinin ayrılmaz bir parçası ve bu sıfatla Türkiye Cumhuriyetinin kurucusu ve daimi sahibidir. Geleceği, sadece bu nesnel duruma uygun tek seçenek olan tek ulus tek üniter devlet realitesi, güvence altına alır. Türk Milleti ‘etnik ulusçuluğa’ dayanmaz, hukuki bağ olarak tanımlanan Türk vatandaşlığına yani ‘yurttaş ulusçuluğuna’ dayanır. Türk vatandaşlığı etnik değil Cumhuriyetle kazanılmış; içeriği Cumhuriyet vatandaşlığı olan ve devletle kurulan hukuki bağdır.”

Neden Uçum’la başladım? Çünkü… Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın önceki gün Kızılcahamam’da kurduğu şu cümle tartışılıyor:

“Şam da İstanbul da ortak şehrimiz. Türk, Kürt, Arap birse, beraberse o zaman Türk vardır, Kürt vardır, Arap vardır. Ayrıştıklarında, bölündüklerinde ise mağlubiyet, hezimet, hüzün vardır. 41 yılda kim kazandı? Terör baronları, terör sektörü, kandan beslenenler kazandı. Türk, Kürt, Arap üzerine kirli hesapları olanlar kazandı. İşte bugün bu kirli oyunu, bu kirli tezgâhı, bu nifak hareketini bozuyor, alt üst ediyoruz.”

Bu konuda CHP lideri Özgür Özel hemen konuştu ve dedi ki: “Çıkmış Kürt, Türk, Arap. Sünni Müslümanlık üzerinden yeni bir ittifak kuracak ve aklı sıra bunun üzerinden yeni bir ittifakla yürüyecek. Türkiye’ye bir ümmetçilik üzerinden, mezhepçilik üzerinden, din siyaseti üzerinden bu coğrafyada sana hesap yaptırmayız.”

(Ben bu yazıyı kaleme alırken Cumhurbaşkanı Erdoğan’dan bölgede müslümanların birliğinden yana olmanın milli devlet ve milli kimlikten uzaklaşmak şeklinde yorumlanmasının yanlışlığına vurgu yapan ikinci bir açıklama geldi.)

Ulus devleti savunmak sol tavırdır

Buradan çıktım ve Alman solunun “yaramaz çocuğu” sosyalist gazeteci-yazar Jurgen Elsasser’e uzandım:

“... Ulusal devletleri savunmak klasik sol tavırdır temel olarak. Ancak 68 kuşağı (Batı için), bu sol geleneğe ihanet etmiştir. 68 kuşağı, özellikle Almanya ve Batı Avrupa’da medyaya hakim olduğundan herkes 68 kuşağının asıl solcular olduğunu sanıyor. Sonuçta ulus devletler Fransız Devrimi’yle ortaya çıkmıştır. Önceden derebeyleri ve feodal soylular vardı. Habsburg ve Osmanlı İmparatorluğu çeşitli milliyetlerden oluşuyordu. Ulus devlet, Fransa’da söz konusu soylulara karşı protesto olarak ortaya çıkıyor, eşitliği savunuyor, yani bir sol programdır. Kandan, soydan bağımsız eşit yurttaşlık ilkesi kazanımını getiriyor. Ve bugün küreselleşme kapsamında ulus devletleri yine yıkmaya çalışıyorlar, uluslararası ve küresel para hareketlerini yönlendiren neofeodal soyluların tekrar hükümdar olabilmesi için. İşçi sınıfı, köylüler, memurlar bunlar yine ortaçağdaki gibi alt tabaka, alt insan olacaklar.”

İki tez karşı karşıya?

1923’te kurulan Cumhuriyet’in “Türk Milleti” tanımı bugün belirleyici olan! Türk kelimesine sahip çıkmak, ulus-devlete, Kemalist Devrim’e sahip çıkmaktır.

Kaynak: Erken doğum süreci sıkıntıya sokar

Bu konuda dün tespitlerine önem verdiğim Üsküdar Üniversitesi İnsan ve Toplum Bilimleri Fakültesi Dekanı Prof. Deniz Ülke Kaynak bir paylaşım yaptı:

“Türk, Kürt, Arap vs. kimlikleri zikredilerek yapılan her açıklama kolektif travmaların gölgesinde kurgulanmış bir ulusal kimliğe, yani Türk kimliğine bir saldırı olarak algılanacaktır. Üstelik bir ulusun etnik, mezhepsel ya da dini temelde tanımlanması, her bir tanımın içindeki yorum farklılıklarını gündeme getireceğinden Lübnanlaşma ihtimalini doğurur. Konu her hal ve şartta Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının eşit haklara sahip olması ve demokratikleşme üzerinden okunmalıdır. Etnik ya da mezhepsel kimliklerin zikredilmesi uluslararası boyutta, bölgesel bir bütünleşme ve dayanışma hedefiyle yapılsa da (ki cumhurbaşkanımızın konuşmasında bu amaçla yapıldığını düşünüyorum) zamanlaması uygun değildir. Bu ancak sürecin son aşamasında yani örgüt tamamen dağıldığında gündeme getirilebilir. Erken doğum süreci sıkıntıya sokar. Kaldı ki bölge insanlarının huzuru, yüzyıllardır çatışan etnik mezhepsel toplulukları, farklı kimlikleriniz olsa da ‘artık barışın’ biçiminde değil, ancak bir üst ideal, bir politik hedef kurgulanabilirse söz konusu olabilir. Kimlik politikası mutlaka böler, bütünleştirmez. Cumhuriyetimizin kuruluş kodlarını günümüz dünyasına uyarlayarak yeni bir yol keşfetmekten başka yöntem ufukta görünmüyor. Pergelin ucunu nereye sabitlememiz gerektiği belli.”

SONUÇ: Pergelin ucunu nereye sabitleyeceğiz?

Soru bu ve bu soruya verilecek yanıt önümüzdeki günlerin habercisi olacak!

Bir not: Yeni Anayasa sürecinde bu sorulara net yanıtlar verilecektir.