Bir süredir AK Parti mahallesinde yaşanan tartışmayı izliyorum.
Partinin çıkış noktasına bakıyorum, geldiği noktaya bakıyorum anlamakta zorlanıyorum.
Şöyle bir düşünün:
- Bir dönem derin devletin “seçimi kazanırlar ama iktidar olamazlar” diye yaklaştığı mağdur bir siyasi hareketti AK Parti.
Bugün hem devletleşen hem “bağımsız seçim yaparlar mı” sorusunun sorulduğu muktedir bir iktidara dönüştüler.
- Bir dönem yola alyanslarıyla çıkan siyasetçilerin, yoksulların hakkını hukukunu savunduğu bir siyasi hareketti AK Parti.
Bugün hem zengin siyasetçilerin partisi hem gücün ve patronların koruyucusu bir parti oldular.
- Bir dönem medyada görünemeyen, yokluktan sokaklarda kamyon kasalarında dolaşan, çalmadık kapı bırakmayarak propaganda yapan bir partiydi AK Parti.
Bugün medyanın yüzde 90’ını kontrol eden, yarattığı yoksulluk ve mağduriyetler nedeniyle de sokakta pek görünmeyen bir parti oldu AK Parti.
- Bir dönem 28 Şubatçıların “başörtüsü zulmüne direnen”, mahkeme salonlarında adaletsizlik karşısında “mağdur” ola ola iktidara yürüyen bir siyasi hareketti AK Parti.
Bugün kurduğu düzeni siyasi rakiplerini, gazetecileri, aydınları, akademisyenleri mahkeme salonlarında, cezaevlerinde mağdur ederek sürdürmeye çalışan bir siyasi partiye dönüştüler.
- Bir dönem, patronların mesafe koyduğu, ciddiye almadığı bir partiydi AK Parti.
Bugün o patronların partili gibi görünmeye çalıştığı, parti kapısını aşındırdığı bir parti oldu AK Parti.
***
Uzayıp gidecek olan bu liste, aslında AK Parti içindeki tartışmanın da omurgasını oluşturuyor.
‘Fabrika ayarları’ denen çıkış niteliklerine hep gönderme yapan AK Partili siyasetçiler, partinin bu hale gelmesini, partinin kapısına sonradan gelenlere bağlıyorlar biraz da...
Onlara göre, partiden önce “dava” derdi olanların, bu yolda mücadele edip bedel ödeyenlerin önüne, sonradan paraşütle gelen birilerinin geçmesi biraz da bu sonuçları ortaya çıkardı.
Gerek Cumhurbaşkanlığı’nda değişik görevde bulunan isimler gerek bakanlar ve bürokratlar gerekse AK Parti medyasında öne çıkanlar, bu aralar davadan gelen AK Partililerin eleştirilerinden kaçamıyor.
***
İçişleri Bakan Yardımcısı Bülent Turan’ın dün “hukukçu” kimliğiyle Yeni Şafak’ta çıkan yazısı da biraz bu durumu özetliyor gibi.
Yıllarca TBMM’de Çanakkale’yi temsil eden, siyasi kimliği ile önemli görevlerde bulunan Turan, bu noktaya gelinceye kadar verdikleri mücadeleyi uzun uzun anımsattığı yazısında şu ifadeleri kullanmış:
“İktidar gücü, siyasetin ilişkiler ağı, birtakım insanların başını döndürebilir. İnsanoğlu nefsine yenik düşebilir. Kişisel hayatlarımızda böyle insanları belki affedebilir veya daha hoşgörülü davranabiliriz ama söz konusu olan koskoca bir siyasi hareket ve yılların emeği olunca, ne yazık ki elimiz bu kadar geniş değil.
Bu siyasi hareketin ne mazisinde ne de yürüyüşünde olmayıp sadece iktidardan faydalanmayı hedefleyen, kâh iş dünyasından kâh bürokrasiden veya başka sosyal sınıflardan gelip ikili ilişkilerle bu siyasi harekete yanaşan, bu sayede sosyal ve mesleki kazanımlar elde eden insanların oluşturduğu maliyetler giderek artıyor.
Olan olduktan sonra “bunlar bizden değil” diyerek sorumluluktan sıyrılmaya çalışmak yerine, en başından hassas davranıp, ince eleyip sık dokuyarak, kime destek verdiğimize, kimlerle yan yana geldiğimize, kimlerin bu camiayı kullanmaya kalktığına dikkat etmemiz lazım değil mi?
Dergâha hep doğru odunları seçip getiren Yunus Emre’nin ‘Taptuk’un kapısına eğri odun yakışmaz’ dediği gibi, Milletin Evi olan AK Parti’ye eğrileri, yanlışları sokmamak da bizim hassasiyetimiz olmalı değil mi?”
***
Yazısının son bölümünde de dikenli yol ironisi öne çıkmış. Abdülkadir Geylani’nin “Bizim yolumuz dikenlidir, ayağını seven gelmesin” sözünü anımsatan Turan, şöyle diyor:
“Bizim siyasi iddiamız ahlak ve etik üzerine kuruludur. Düsturumuzu inancımızdan, milli ve manevi değerlerimizden alıyoruz. Böyle bir iddianın sahibiyken, futboldaki tabirle ‘kapattığımız köşeden gol yemek’ bize yakışmaz.”
Turan yazısını da “çizgimiz kalemizdir” diye bitiriyor.
Siz ne çıkardınız bu yazıdan bilmem ama ben Turan’ın AK Parti’nin büyük fotoğrafını çektiğini düşünüyorum. Şöyle ki,
- Bir tarafta siyasi davayı sahiplenen (ama belki de biraz dışlanmış) AK Partililer...
- Diğer tarafta “bu siyasi hareketin geçmişinde ve yürüyüşünde olmayan, sadece iktidardan faydalanmak, ikili ilişkilerle siyasi harekete yanaşmak, sosyal ve mesleki kazanımlar elde etmek isteyen insanlar...”
Bu insanları “eğri odunlar” diye tarifleyen Turan’a göre o eğri odunların Parti’ye çıkardığı maliyetler de sürekli artıyor.
Turan’ın bu yorumları partide, Cumhurbaşkanlığı’nda, hedef aldığı iş dünyasında, bürokraside nasıl bir yankı bulur bilmiyorum. Ancak bildiğim bir şey var:
İktidardaki bu dönüşümün, o eğri odunların maliyeti sadece AK Parti’ye değil, bütün millete ve ülkeye oluyor!
2025 YILINI YOLA SALDIĞIMIZ ŞU SON GÜNDE HERKESE MUTLU BİR 2026 YILI DİLİYORUM