Kuzenim Taylan Özgür aramıştı.

Kendisi, Kars’ta ablası Meltem’le birlikte bizim ailenin hali hazırdaki temsilcisidir.

Sohbet sohbeti açtı ve bir yerinde şöyle dedi:

“Kapıya yaslanıp hayata baktığımda amcam geliyor aklıma ve ağlamaya başlıyorum. Ben bu duygusallıktan nasıl kurtulacağım?”

Konuşurken tam olarak nerede durduğunu tahmin ettim.

Çünkü aynı noktada durup o hayatın resmini çekmiştim.

Önce o resme bakın lütfen.

Onarmak mı yenisini inşa etmek mi? - Resim : 1

***

Birden aklıma komik bir olay geldi ve kendimi gülümserken buldum.

Resmi çektiğim, Taylan Özgür’ün de beni aradığında durduğu yerin hemen sol tarafında bizim çeper dediğimiz taş bir duvar vardı.

Şimdi göğsüme geliyor ama 12 Eylül askeri darbesi olduğunda çocuk halimizin boyunu aşıyordu.

Darbe sabahı askerler evlerde arama yaparken, bir asker de biz çocukları o çeperin dibine dizip isimlerimizi sorarak eğlenmeye çalışıyordu.

O “adın ne” dedikçe biz kendi isimlerimizi söylüyorduk: Taylan Özgür, Deniz, Mahir Ulaş...

Asker birden eğlenmeyi bırakıp öfkelenince “Hepsi terörist isimleri, bunları da alalım mı komutanım” deyivermişti ve Taylan Özgür’ün o sırada yaşadığı korku hiç gözümün önünden gitmemişti.

***

Bu gülümseten kısa moladan sonra Taylan Özgür’ü hüzünlendiren manzaraya döndüm.

En uzakta, sağdaki en uzun kavağı ben kendi ellerimle dikmiştim. Belki de o kavak yüzünden Sezen Aksu’nun “Ah Kavaklar” şarkısını çok severim ve her duyduğumda bu manzarayı hatırlar hüzünlenirim.

Önde sol tarafta çeperin iç tarafında görünen ise vişne ağacıdır.

Onu da annem kendi elleriyle dikmişti. Zaman zaman soruyorum ve unuttuğu birçok şeye rağmen vişne ağacını hala hatırladığını fark ediyorum.

Çocuklarının adlarını unutmamak için direndiği gibi elleriyle diktiği o ağacı da unutmamak için direniyordu besbelli...

Her yaz dalları kırılırcasına meyve verir. Yoldan geçenler o vişneleri toplar, kalanları da kuşlar yer.

Biz ziyarete gittiğimizde de bir avuç alır, yanı başındaki çeşmede yıkar, iştahla yerdik.

Babam kimi zaman o ağacın gölgesinde oturur, kahvaltısını da orada yapardı.

Çoğunlukla da sandalyesini hayatın ortasında bir yere koyar, yüzünü mavi gökyüzüyle dağların birleştiği o uzak ufka çevirir dalar giderdi.

Annem sürekli takılırdı, “Boş boş nereye bakıyorsun...”

O sırada kapının önündeki eklentide bulunan küçük kasetçalarımızdan da Yaşar Özel’in davudi sesi yükselirdi:

“Sen gidince ruhumu bir alev sardı

Ağlayan gözlerimde hatıran kaldı

Bir zamanlar seninle mesut yaşardık

Şimdi o mesut günler mazide kaldı...

Yalancı dünya gibi yalancısın sevgilim

Sen mevsimler gibisin değişirsin sevgilim...”

***

Daha önce yazdığım bir cuma yazısında eskiden Kars’la ilgili bütün hayallerimin geleceğe dönük olduğunu, babamı kaybettikten sonra Kars’ı hep geçmişle anmaya başladığımı yazmıştım.

İnsan hayallerini kaybedip geçmişe saplanınca da oradan çıkmakta zorlanıyormuş gerçekten.

Tam böyle bir zamanda, bu karamsar ruh haliyle kıvranırken önüme düşen bir cümle beni çok fena yakaladı. Şöyleydi o cümle:

“Doğduğum evi onarmaktan, yaşayacağım evi düşünmeye vakit kalmadı...”

(Kimin sözü olduğunu çok araştırdım ama bulamadım. Sosyal medya çağının en büyük sorunu bu olsa gerek. Anlamlı cümleler gerçek sahiplerinden çok hızla uzaklaşıp anonimleşiyor.)

Sanırım ben de babam öldükten sonra doğduğum bu evi zihnimde ve anılarımda onarmaktan, kendi çocukluğumu onardığım o evin bulunduğu hayatta kazın, tavuğun, kedinin köpeğin peşinde koşturmaktan, harmanda, ahırda işe güce sürmekten, hayalimdeki yeni evi inşa etmeye, o yeni evin bahçesinde babam gibi oturup ufka dalmanın hayalini kurmaya vakit bulamıyordum.

***

Tıpkı milletimizin son zamanlarda yaşadığı gibi.

Atatürk ve silah arkadaşlarının bize bıraktığı cumhuriyetimizi, başka bir deyişle evimizi, mahallemizi, köyümüzü, kentimizi, neşemizi, yaşama sevincimizi o kadar çok hırpaladılar ki onları onarmaktan, önümüze ve geleceğimize bakmaya fırsatımız dahi olmuyor. Bu güzel yurt üstünde evimizi kurmaya vakit bulamıyor, debelenip duruyoruz.

Sanırım derhal bu ruh halinden çıkmalı, geleceğe odaklanmalıyız.

Türkiye cennet bir ülke ve yaşama sevinciyle, neşemizle yeniden kucaklaşacağımız bir gelecekle güneşli masmavi güzel günler vadediyor.

Kurucu babalarımızın bıraktığı evi korumaya devam edeceğimizden kimse şüphe etmesin. Ancak çağ ilerliyor ve bizim hem kendimiz hem gelecek nesillerimiz için biran önce o yeni evleri inşa etmekten başka yolumuz yok.