Kars’ta Ramazan aylarında sıkça anlatılan bir Erzurum fıkrası var.

Erzurum’da öğrenci olan bir Karslı, Ramazan’da oruç tutmadığı için Erzurumlu gençlerden sıkı bir dayak yemiş.

Zar zor ayağa kalkmış, üstünü başını çırpmış, ağzının burnunun kanını elinin tersiyle silmiş ve yurduna yürümeye başlamış. Arka sokağa geçince bir de ne görsün?

Biraz önce kendisine dayak atan Erzurumlu gençler daha iftar saati gelmediği halde bir şeyler atıştırıyor, çay içiyor.

Yanlarına yaklaşıp, “Mübarekler, madem siz de oruç değilsiz, beni niye döydünüz?” diye sormuş ve şu yanıtı almış:

“Biz tutmirik tuttiririk...”

***

Ortaokul ve lise yıllarında, okuduğumuz yatılı okulda da bu fıkrayı çok duyardık. Erzurum’dan gelen mütedeyyin arkadaşlarımızla sohbetlerde bu fıkrayı anlatıp anlatıp gülerdik.

Çok şükür ki 12 Eylül askeri rejiminin (en uzak nokta olarak gördüklerinden olsa gerek) Kars’a sürdüğü solcu, demokrat öğretmenler bu konunun bir mesele olmasının önüne geçti. İsteyen orucunu tuttu, isteyen tutmadı. Oruç tutanlarla tutmayanlar arasında tartışma dahi olmadı.

Hiç unutmuyorum, bazı arkadaşlarımız teravih namazı için izin ister, kampüs dışına çıkar, köyün camisine giderdi. Biz de onlara takılır, çarşıya çıkar ama camiye gitmezdik.

Bu durum nedeniyle de Ramazan ayının gelmesini biz de iple çekerdik.

***

Kimsenin kimseye karışmadığı bu ortamın kıymetini, lise son sınıfta Tübitak’ın matematik, fizik, kimya, biyoloji olimpiyatları için gittiğim Erzurum’da yaşayarak öğrenmiştim.

Babam öğretmenlere benim Artvinlilerin otelinde kalmamı telkin etmişti.

Ancak müdür yardımcısı, “sorumluluk alamam” diyerek bu teklifi geri çevirmişti.

Hep birlikte İmam Hatip lisesinin yurduna gittik. Ramazan ayıydı.

Erken uyuyup, zorlu sınav maratonuna dinlenmiş halde girmek en iyisiydi.

Ancak erken uyumak öyle kolay değildi.

Önce teravih namazına gittik.

Gelip yattıktan kısa bir süre sonra sahur için kaldırıldık.

Ben gitmek istemedim ama biri “Gardaş, gel ye bir şeyler. Sabah kahvaltı bulamazsın aç kalırsın” dedi.

Haklıydı.

Kalkıp yemekhaneye gittik. Erzurum burma kadayıfıyla da o gece tanıştım. (Gerçi yıllar sonra iyi bir Erzurum burma kadayıfı yiyince, o gece o yemekhanede yediğimizin taş gibi şeyin gerçek anlamda bir burma kadayıf olmadığını anlamıştım.)

Yemekhaneden dönüp tekrar uyuduk.

O da ne?

Sabahın 6’sında bir öğretmen elindeki sopayla ranzaların demirlerine vurmaya başladı.

Ben yerimden zıpladım. Yan üst ranzada yatan çocuk, “korkma sabah namazına uyandirir” dedi.

Ben gitmek istemedim. Yan üst ranzadaki çocuk “Hoca ya onlar Kars’tan geldi. Sınavları var. Bırak yatsınlar” dedi.

Hoca çok kızmıştı.

“Sana ne?” diye çıkıştı.

Sonra da bana dönüp “Karslılara namaz farz değil mi?” diye sordu.

O yataktan son çıkışımız oldu. Bir daha uyuyamadık.

Sınav Erzurum Lisesi’ndeydi. Tarihi binanın devasa penceresinden çok güzel güneş vuruyor, sırtımı ısıtıyordu. Gözlerimden uyku akıyordu. Testlerin birçoğunu tamamladım ama matematik testinde son teğet sorusunu yaparken uyuya kaldım.

Bir öğretmenin dürtmesiyle uyandım.

***

Diyeceksiniz ki bayram değil, seyran değil bunları neden yazıyorsun?

İzah edeyim:

Mehmet Akif Ersoy’la ilgili gelişmeleri izlerken bunlar aklıma geldi.

AK Parti iktidarının “ideal dindar nesil” prototipine çok iyi uyuyordu Mehmet Akif Ersoy.

Babası siyasal İslamcı aktivistti.

Kendisi de babasının yolundan gitmişti.

AK Parti döneminde TRT’de kritik görevlerde bulunmuş.

Kendini yetiştirmiş, eli ayağı düzgün, ahlaklı, mütedeyyin, entelektüel ...

Bağımsız medya AK Parti’nin kontrolüne geçtikten sonra da o kurumlara yönetici olarak gönderilebilecek nitelikte biri olmayı başarmış.

Tıpkı devletin önemli kurumlarına atanmış diğer “parlak” mütedeyyin çocuklar gibi...

Tıpkı parayla abone olunan bir platformdaki erotik içeriklere ya da Manifest grubunun danslarına bakınca çok olumsuz etkilenen, öfke duyan, “aile elden gidiyor, ahlak elden gidiyor” diye çıkışan lacivert takım elbiseli “yeni nesil” bürokratlar, yargı mensupları gibi...

Tıpkı sosyal medyada başka mahallelere ahlak ve din dersi veren AK Parti neferleri gibi.

***

Mehmet Akif Ersoy kimi rahatsız etti?

Kendisine neden şimdi ve bu kadar çok yükleniyorlar?

Bunu anlamak çok zor.

Ancak farkına varmadıkları bir şey var. Mehmet Akif Ersoy’un yaşam alanı AK Parti’nin yaşam alanıyla aynı. İsmi onunla anılanlar da hep aynı mahalleden.

Dolayısıyla Mehmet Akif’e vururken farkına varmadan kendi mahallelerine de vuruyorlar.

Yazdıkları, konuştukları her şey, karşı mahallede Cem Yılmaz’ın kadın programlarında konuşulanları anlatırken şaşkınlığını gizleyemeyip “hani marjinal bizdik” demesi gibi bir his ortaya çıkarıyor.

AK Parti’nin ahlak konusunda başkalarına verdiği dersleri, ayarları boşa düşürüyor.

Bir çeşit, “dediğimizi yapın ama yaptığımızı yapmayın” öğüdü gibi...

Ben buna “Biz yapmıyoruz ama yaptırıyoruz” siyaseti diyorum.